Kral platformdan ayrılınca kendisi de arkasından ilerlemiş fakat saraya girmek istememişti. Saray bahçesinde yürümek istemişti. Çiçekler ve otların arasında gezmek istemişti. Saray bahçesi çok büyüktü fakat dikkatini çeken en uçtaki kilitli cam binaydı. Kocaman bir kilit asılıydı fakat onu açmak kendisi için zor değildi. Oraya doğru ilerledi ve elini kaldırdı. Kilide dokundu ve kilit açılıp yere düştü. İçeri girdi. Burası kocaman bir bahçeydi. Çok farklı bitkiler vardı. Bazılarını ormanda gördüğünü hatırlıyordu. Burayı sevmişti. İlerledi ve birkaç sarmaşığın ve gülün arasında oturabileceği bir yer gördü. Oturdu ve gözlerini kapattı. İçindeki kurt iç güdüleri avlanma dürtüsünü ortaya çıkarıyordu. Karnı açtı ve o normal insanlar gibi yemek yemeyeli on yıl olmuştu. Eliyle bir gül tomucuğunu açıp büyümesi için büyülerken göz yaşları süzüldü zümrüt gözlerinden. Ormanını özlemişti. Arkadaşını, kardeşini, ailesini... Buraya nasıl alışacaktı? Ne için buradaydı? Kendisine yaklaşan ayak sesleriyle irkildi. Kral sinirli bir ifadeyle kendisine doğru geliyordu. Sinirle:
"Burada ne işin var? Kilidi açıp yasak bir yere girme hakkını sana kim verdi?"diye sesini yükseltti. Bu Poine'nin pek de umurunda değildi. Tüm bu şeyler boyunca ifadesizliğini korumuş hatta taş kalpli olduğu dedikodusuna da sebebiyet vermişti. Oysa sadece mutsuzdu ve durduramadığı göz yaşları bunun kanıtıydı. O tüm bu koyunların arasındaki yalnız kurttu ve yalnız kurt her zaman ölmeye mahkumdu. Üstelik onu bu koyun sürüsüne getirense çobandı. Kurt sürüsüne ihtiyacı vardı. Onlarsız yapamıyordu.
Kral genç kızın düşünceli ve üzgün ifadesini gördüğünde istemsizce sinirli suratı şefkatli bir ifadeye büründü. Üstelik kızın bembeyaz teninde kendilerine yol çizen göz yaşları tüm sinirini alıp götürmüştü. Hemen yüzündeki o şefkatli ifadeyi yok etmek istediyse de beceremedi. Ardından farkında bile olmadan sordu kıza:
"Neden ağlıyorsun?"
O an fark etti ki kız şimdiye kadar çok az konuşmuş ve kendi hakkında neredeyse hiçbir şey anlatmamıştı. Bir an yansımasına bakar gibi hissetti. Sağlam ve ağır bir yük taşıyan ama hiç açılıp yükünü boşaltamayan kapalı bir kutu...
"Sürüden ayrılan yalnız bir kurt ne kadar yaşayabilir?"kızın hayatında duyduğu en güzel melodiymiş gibi hissettiren etkileyici ses tonuyla bakışlarını zümrüt yeşili gözlere kilitledi. O an bu ejderha işaretli yüzün nasıl da gördüğü tüm kadınları kıskandıracak kadar kusursuz olduğunu fark etti. İri yeşil gözleri, uzun siyah kirpikleri, şekilli kaşları, küçük ve kalkık burnu, koyu pembe dolgun dudakları, çıkıl elmacık kemikleri, düzgün çene yapısı ve kusursuz yüz şekliyle hayatında gördüğü en güzel yüz olduğunu o an fark etti.
Ares sarayda büyümüştü. Çevresinde soylu, asil ve etkileyici bir sürü kadın vardı. Ama hiçbiri bu kadar kusursuz değildi. Soylu ya da asil olmaktan ziyade farklı bir havası vardı. Hepsinin daha üstünde olduğunu hissettiren bir havası...
Soruya cevap veremedi ve kızın yanına oturdu.
"Ben de ne zaman beni üzen bir durum olsa buraya gelirim. Buranın kilitli olması da bu yüzden. Bir nevi özel yerim" parmağına baktı. "Madem bu yüzükler bizi bağlıyor, bu durumda burayı seninle paylaşabilirim."dedi. Bu kıza neden iyi davrandığını bilmiyordu. Oysa bu kızdan nefret etmişti.
Kız ilk kez kendisine gülümsedi. O an kızın yüzündeki tek kusuru gördü. Bembeyaz ve mükemmel sıralanmış dişlerini bozan gereğinden uzun ve sivri iki kurt dişi. Çok göze batan bir detay olmayabilirdi normalde fakat bu çehre o kadar mükemmeldi ki bu gözüne çarpmıştı.
Kız elini krala doğru uzattı ve bir gül yetiştirdi avucunun içinde. Simsiyah bir güldü bu ve ortasında parlayan ufacık beyaz 5 tane inci vardı. Gülün sapı ve yaprakları da siyahtı. Bunu krala uzattı.
"Benim değerli mücevherlerim ya da sizin sarayda değer verdiğiniz gibi şeylerim yok. Ama teşekkür hediyesi sana bunu vermek istedim. Bu büyülü bir gül. Asla solmaz. Ve sana tüm kalbinle istediğin şeyleri gösterir. Senin çevreni saran hareler gibi o da kapkara fakat ortasındaki incileri ışık saçıyor. Üzgünüm sana verebileceğim büyülerimden başka bir şeyim yok ne yazık ki..."dedi kız aniden. Kral şaşırmıştı. Ufak bir tebessümle baktı güzel yüze.
"İnan bana bu gerçekten güzel bir hediye. Üstelik mücevherlere de yeterince karnım tok. Teşekkür ederim" dedi.
Kız ayağa kalktı ve el sallayarak çıkışa yürümeye başladı. Neşesi biraz olsun yerine gelmişti. Kanatlarını açtı ve geri kapattı. Cam binadan çıkıp saraya girdiğinde odasını bilmediğini fark etti. Bir hizmetliye yaklaşıp onun için hazırlanan odayı bilip bilmediğini sordu. Hizmetli ona odayı gösterdiğinde içeri girdi. Çok şık ve çok lükstü. Her şey siyah ve altın rengiydi. Dolap odanın bir duvarını tamamen kaplıyordu. Açtı ve içinden rahat bir şeyler aradı. İpek siyah geceliği üstüne geçirip yatağa yaklaştı. On yıldır hiç yatakta yatmamıştı. Alışması zor olacaktı. Üstelik karnı da açtı ama avlayacak hiçbir şey yoktu. Yatağa yaklaşıp alışmaya çabaladı.O sırada kral hala çiçek bahçesindeydi. Elindeki siyah güle bakıyor fakat gözünün önüne zümrüt yeşili gözler geliyordu. Büyülü gülü sıkıca kavrayıp saraya yöneldi ve odasına geçti. Sabah koydurduğu tablo oradaydı. Poine'nin o tabloya korku doku bakışları aklına gelince tabloyu ters çevirdi. Ardından ilerleyip gülü zarif bir vazoya yerleştirdi. Vazo odanın ortasındaki sehpanın üzerindeydi. Gülün kendisine yakın olmasını istedi ve yatağının yanındaki minik cam masaya, şarap sürahisinin ve bardağının yanına yerleştirdi. Yatağına girdi ve zümrüt yeşili gözleri düşünmemeye çalışarak uyumaya başladı.
Merhaba canlarım 🍩 nasılsınız? Ben çok iyiyim. Hepinize yorum ve oylar için şimdiden teşekkürler.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ejder Tanrıça
FantasyEjderhalar ve kurtlar tarafından evlat edinmiş ve ejderha gücü bahşedilmiş bir kızın hikayesi bu.