Bahçedeki banklardan birine uzanmış gökyüzünü izlerken bacaklarımda hissettiğim bir ağırlıkla yerimde doğruldum.
Biri bacaklarıma oturuyordu ve bu kişi oldukça ağırdı.
Gözlerimi bacaklarıma doğru çevirdiğimde o kişinin Brit olduğunu fark ettim. Neden bacaklarıma oturuyordu?
"Ne yaptığını sanıyorsun? Uzandığımı görmüyor musun?" Sesimin sert çıkmasını umarak konuştum ve hızla bacaklarımı kendime doğru çektim. Benim bacaklarımı kendime çekmemle birlikte kalçası hızla bankın ahşap yüzeyini buldu ve giydiği eteğin boyundan dolayı açıkta kalmış bacaklarından 'slaşh' diye bir ses yükseldi.
"Uzandığını fark ettiğim için buradayım Zaynie." Dudaklarını büzetek konuştuğunda kafamı bir iki santim geri çektim.
"Sen az önce bana Zaynie mi dedin yoksa ben yanlış mı duydum?"
Geri çekilmeme aldırmadan bana doğru yaklaştı ve oldukça uzun ve bakımlı olan tırnaklarını göğsüme sürttü.
Pekala, neler oluyor?
"Evet, Zaynie. Beni ve sana Zaynie dememi özlediğini itiraf et." Parlak pembe parlatıcısı hafifçe taşmıştı ve bana doğru her yaklaştığında dalgalı siyah saçları suratıma değiyordu.
"Neyi özlediğimi-? Biz daha önce hiç konuşmadık bile. Bir saniye- Neyden bahsettiğin hakkında hiçbir fikrim yok."
Büzülmüş dudaklarını bana doğru yaklaştırdığında kafamı diğer yöne çevirdim. Ruju çilek ve yanmış plastik kokuyordu.
"Geçen seneyi hatırla Zaynie." Fısıldadıktan sonra kafasını omzuma yasladı. Benden ne istiyorsun Allah aşkına?
"Geçen sene hiçbir şey olmadı Brit." Tırnaklarını çıplak omzumda gezdirmeye başladığında oturduğum banktan kalktım. Bu kadarı da biraz fazlaydı ama.
"Ne demek bir şey olmadı? Beni Louis'nin evindeki partiden kurtaran sendin. O geceyi hatırlamıyor musun? Başımın derde girmesini istemediğin için beni arabanla evime bırakmıştın."
Büyük ihtimalle bacaklarını daha iyi sergileyebilmek için eteğini düzeltti ve bacak bacak üstüne attı.
"Birincisi o benim arabam değil babamın arabası. İkincisi seni Louis'nin evinden çıkardım çünkü polis geliyordu ve sen de sarhoştun- On sekiz yaşından küçük olmana rağmen hem de. Yani anlamadıysan eğer diye açıklıyorum: polisler seni Louis'nin evinde, bir partide sarhoş olarak bulsaydı muhtemelen hepimizin başı derde girerdi. Ve son olarak, seni evine bıraktım çünkü daha bahçeden dışarıya bir adım bile atamamışken bayıldın."
Gülümsedi ve ayağa kalktı.
"Yani beni arabana kadar taşıdın. Kucağında."
Flörtöz bir şekilde sağ gözünü kırptığında suratımı buruşturdum. "Yerde sürüklememi mi tercih ederdin?"
Kafasını iki yana salladıktan sonra anormal derecede büyük olan kalçasını bacağıma sürttü.
Ciddiyim, neler oluyor?
"Sen ne dersen de Zaynie. Bana nasıl baktığını fark edebiliyorum, beni özlediğini biliyorum." Omzunu silktikten sonra arkasını döndü ve gitti.
Belli ki buraya rahatımı kaçırmaya gelmişti.
Gözlerimi devirdim ve ve arkasından ben de okula girdim. Anlaşılan okulda benim dışımda aklı başında bir insan daha yoktu.
-Ama belki de Liam aklı başında biriydi.
Geçen hafta onu yemek molasında kitap okurken görmüştüm ve genelde tuhaf ve benim pek bilgim olmayan şeylerden bahsediyordu: haçlı seferleri, sanayi inkılabı ve Arthur Rimbaud'un şiir anlayışı.
Hangi on yedi yaşındaki insan haçlı seferlerine ilgi duyardı ki?
Ve hangi on yedi yaşındaki insan haçlı seferlerinden bahsederken bir öğretmenden daha ilgi çekici durabilirdi?
Liam gerçekten çok farklıydı ve bu farklılığı bazen beni sinir ediyordu.
Ciddiyim, ben burada normal bir genç gibi hiçbir işe yaramıyordum- kimse benden dünyayı fethetmemi beklemiyordu veya daha kötüsü, mantıklı konuşmamı. Ama o, yeni tarifler uyduruyor, bankada yirmi bin gibi yüksek bir rakamda para biriktiriyor ve sanayi inkılabı hakkında otuz sayfalık bir tez yazabilecek kadar bilgiye sahip olabiliyordu.
Ve güzel bir yüze.
İngiliz Edebiyatı dersime girerken yine en öne oturduğunu fark ettim. Sınıfa girdiğimi fark ettiğinde bana doğru gülümsedi ve kibarca el salladı. Ben de ona gülümsedim ve selam verebilmek adına kafamı hafifçe eğdim.
En arkaya geçerken çantamı da beraberimde sandalyeye koydum ve öğretmenin gelmesini beklerken telefonumu çıkardım. Louis mesaj atmıştı.
"AZ ÖNCE BRITLE SENİ GÖRMÜŞLER AMAN TANRIM O KIZ YAKIYORRRR!!!"
Louis neden böyleydi bilmiyorum. Her zaman kızlar konusunda gereğinden fazla heyecanlanıyordu.
Cevap yazmadan mesajı sildim ve bu okulda dedikoduların ne kadar hızlı yayıldığını hatırladım. Çikolatalı kek yerdiniz neden çilekli yemediğinizi konuşurlardı, vanilyalı dondurma yerdiniz neden karamelli yemeğinizi sorarlardı. Tüm saçmalıkları merak ederlerdi. Her şeyi, kelimesi kelimesine.
Neden onlar da Liam gibi olamıyorlardı ki sanki? Belki Louis de onun gibi olsaydı şu an daha mantıklı şeyleri kafama takıyor olurdum.
Veya Brit.
Ortaokuldan beri tanışıyorduk ve geçen seneki 'olay' dışında hiç muhabbetimiz olmamıştı çünkü konuşacak bir şeyimiz yoktu ve muhtemelen hiçbir zaman da olmayacaktı.
Ama Liam öyle değildi. Her saniye onunla konuşmak istiyordunuz.
İngiliz Edebiyatı öğretmenimizin çoktan geldiğini ve Liam'la Fransız şairleri ile İngiliz şairleri arasındaki benzerliklerden konuştuklarını fark ettim.
Liam'ın gözlerindeki parlaklığı fark edebiliyordum. Bayan Hosk ile konuşurken dudaklarının nasıl hareket ettiğini ve elmacık kemiğinin üzerindeki minik tatlı boşluğun gülümsediğinde nasıl belirginleştiğini görebiliyordum.
Çevremdeki kızlar neden Liam gibi olamıyordu?
O çok kibar, zeki, komik ve yetenekliydi. Ve çok da güzeldi. Neden onun gibi birini bulamıyordum- öyle bir kız olsaydı muhtemelen elini tutar ve hayatım boyunca bir daha da asla bırakmazdım.
Liam bir kız olsaydı muhtemlen şehirdeki tüm erkekler onun için kapışırdı ve ben de onu kapabilmek için elimden gelen her şeyi yapardım.
Liam bir kız olsaydı ona tüm hayatımı verirdim.
Ve Liam bir kız olsaydı muhtemelen ona aşık olurdum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
McDonald's Amazing Boys ★ ZIAM MAYNE
FanfictionOkul sınırları içerisinde iki yabancı, ders çıkışlarında iki aşık.