Son iki dersimin boş olmasını fırsat bilerek dışarıya çıktığımda Louis de koşarak peşimden geldi. Sabahki olaydan beri neredeyse hiç konuşmamıştık ve bugün onunla bir şeyler yapmak istediğimden emin bile değildim.
Kolunu omzuma attığında kendimi biraz yana çekerek ondan kurtuldum. Hareketim karşısında kaşları yavaşça havaya kalktı ve omzuma pek de hafif olmayan bir yumruk attı.
"Ne yaptığını sanıyorsun beyinsiz?"
Omzumu ovaladım ve yürüyüşümü hızlandırdım: cevabı umrumda bile değildi.
Tekrardan peşimden geldi ve suratı bana doğru dönük bir şekilde yan yan koşmaya başladı.
"Dostum yine n'oldu?"
Gözlerimi devirdim. "Hafıza kaybı falan mı yaşadın yoksa salağa yatmak hoşuna mı gidiyor?"
Anlamadığını belli etmek için kaşlarını havaya kaldırdı ve ben tam cevap verecekken, tam ona kendi düşüncelerimden bahsedecekken bir şey oldu.
Çok çok çok kötü bir şey.
Sabah yemekhanede gördüğümüz çiftle karşılaştık. Ağacın altındalardı. Öpüşüyorlardı.
Louis'nin görmesi felaket olurdu çünkü ne yapabileceğini az çok tahm-
"Selam ibneler!"
Gözlerimi devirdim ve Louis'nin omzundan çekiştirirken bizi duymamış olmalarını diledim. Ama çok büyük bir hata yaparak Louis'nin ağzını kapatmayı unutmuştum.
"Heeey size diyorum kıçımın kenarları! Beni duyuyor musunuz yoksa ibnelik yaparken çok mu meşgulsünüz?"
Çift bir anda birbirlerinden ayrıldı ve bir bana bir de Louis'ye bakmaya başladı. Biri söylenenler yüzünden veya onları röntgenlediğimizi düşündüğünden (ki bu doğru) biraz kızardı ve bir adım geri gitti.
Ama diğeri sinirlenmiş görünüyordu. Sinirlenmiş ve her an beynimizi sökecekmiş gibi. Nasılsın diye sorsam 'kaslı ve sinirli' diye cevap verebilecekmiş gibi.
Yutkundum.
"Louis ne saçmalıyorsan çabuk dur!" Omzundan tutup onu kendime doğru çekmeye çalıştım ama bir iki santim ancak hareket edebildi. Daha ağır bir şeyler söylememesini umarak yanında durmaya devam ettim ve sinirli çocuğun üzerime atlaması halinde kaçabileceğim bir yer bulabilmek için etrafıma bakındım.
"Ne söylediğinin farkında mısın adamım?" Uzun siyah saçları olan çocuk çatık kaşları ve upuzun boyuyla bize doğru adımladığında gözlerimi yumdum. Adam Louis'nin neredeyse iki katı kadardı.
"Nerden adamın oluyorum ben senin? Şimdi de beni mi istiyorsun yoksa? Louis'nin sevgisini mi istiyorsun?" Güldü ve sesini inceltti. "Louis lütfen benimle ol. Tamamiyle sana aitim! Oh Louis Oh!"
Aman Tanrım.
Louis'nin ne zaman bu kadar gereksiz bir cesarete sahip olduğuna bir anlam veremediğim sırada konuşmaya devam etti.
"Ama ben şuradakini istiyorum." Parmağıyla diğerini işaret etti. Hâlâ kıpkırmızı bir yüzü ve turuncu renk tuhaf kabarık saçları vardı. "Ah nasıl da tatlı bir kedicik! Onu iyi hissettiremediğini söylüyor. Kendisine gerçek bir babacık istiyormuş."
Bir insanı sinir etmenin en kolay yolunun sevdiği kişiye laf etmekten geçtiğini herkes bilir. Louis gibi.
Ama bilmediği bir şey var.
Amacına ulaşıp o kişiyi sinirlendirdiğinde burnunun üzerine yumruğu yiyecek olan kişi yine sen olursun.
Adamın kaplanınkileri andıran yumruk yapılmış elleri Louis'nin burnunu bulduğunda dudaklarımdan 'hak ettin' kıkırtısı kaçtı ama her ne kadar hak etmiş olsa bile en yakın arkadaşımın gözlerimin önünde dayak yemesini izleyemezdim.
Uzun saçlı çocuğu omzularından tutup Louis'den uzaklaştırdım ve Louis'nin kendine gelebilmesi için birkaç saniye sıkı sıkı tuttum. Birilerini dövmeyi tabiî ki de planlamıyordum.
Ama Louis daha rahat vurabilsin diye çocuğu tuttuğumu sanmış olmalı ki adamın karnına hızlı bir yumruk attı.
Adam ellerimin arasından hızla kurtulup elmacık kemiğimin üzerine sert bir yumruk attığında istemsizce bir iki adım geriledim. Kulağım çınlıyordu.
Kafamı iki yana salladıktan sonra adamı tekrardan Louis'nin üzerinden çektim ve bu sefer ben onun burnuna bir yumruk indirdim.
O yumruğun şiddetiyle bir iki adım geriledi ve bu sırada kavganın bitmesini umarak bir şeyler söylemeye çalıştım.
"Arkadaşım salağın teki olduğu için çok üzgünüm." Az önceki şiddetin getirmiş olduğu nefessizliğe aldırmamaya çalıştım. Başka bir yumruk daha yemeden bir an önce bu işi tatlıya bağlamalıydım. "Ama ciddiyim, sen de hiç alttan almayı bilmiyorsun."
Gülümsedim.
Gülümsedim çünkü olayın büyümesini istemiyordum.
Gülümsedim çünkü Louis'ye hak verdiğimi düşünmesini istemiyordum.
Gülümsedim çünkü yaptıkları şeyde bir sorun olmadığını bildiğimi bilmesini istiyordum.
Kafasını iki yana salladıktan sonra sessizce küfretti ve erkek arkadaşının belinden tutarak uzaklaştılar.
Louis bu sırada tekrar ağzını açtı ama omzuna vurduğumda sustu. "Tek kelime daha edeyim deme."
Louis okula geri döndüğünde ben de hızla McDonalds'a doğru yürüyordum. Son iki dersimin boş olmasını fırsat bilerek belki bir iki bilemediniz üç hamburger yerdim ve bir iki sohbet ederdim.
Harry ile.
Veya Liam.
McDonalds'ın muhteşem kızartma kokusunu içime çektim ve hızla mutfağa girdim. Ama kimse yoktu. Yani konuşmak istediğim kimse yoktu demek istedim.
Muhtemelen ben okuldan erken çıkabildiğim için herkesten önce gelmiştim. Liam'dan önce yani.
Gözlerimi devirdim.
Dondurma makinesinin yanına gidip kendime bir sandalye çektim ve mesai saatimin başlamasını beklerken buzdolabında saklanmış olan dondurma paketlerine gözlerimi diktim.
Üç yıldır neredeyse her gün burada dondurma yiyordum ve her seferinde de dondurmayı yapan kişinin yaşlı, beyaz saçlı ve tonton bir amca olduğunu düşünüyordum.
Oysa dondurmaları yapan Liam'dı. Liam Payne. Muhtemelen burada çalışmaya başlamasam hayatım boyunca fark edemeyeceğim bir çocuk. İngiliz Edebiyatı dersimde en önde oturan, vanilya kokulu ve kabarık tuhaf saçlı Liam Payne. Gözleri erimiş dondurmaya benzeyen Liam Payne.
Kafamı iki yana salladıktan sonra kendime dolaptan kola doldurdum ve önlüğümü giyip kasaya doğru yürüdüm.
Bir an önce birileri gelse iyi olurdu. Yani birileri yok anlamında değil de, konuşmak istediğim birilerini istiyordum sadece. Harry gibi.
Veya Liam.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
McDonald's Amazing Boys ★ ZIAM MAYNE
FanficOkul sınırları içerisinde iki yabancı, ders çıkışlarında iki aşık.