j i m i n
Yazın ve aynı zamanda tatilin sonunu hatırlatan rüzgar tenimi okşarken, kampüs çevresindeki evlere bakınıyordum. Yarım saattir çevredeki sokakları geziyor ve hem boş bir daire bulmak umuduyla binalara bakıyor, hem de açlığımı giderebilmek için küçük bir kafe, ya da bir restoran arıyordum. Derin bir nefes alıp sola dönerek yeni bir sokağa girdim. Kulaklığımı kulaklarımdan çıkarıp sırt çantama sokarken yürümeye ve bakınmaya devam ettim. Az ileride, sokağın tam köşesinde küçük bir kafe görmüştüm. Oldukça sevimli görünüyordu.
Köşeye varıp kapıyı ittiğimde içeri girdiğimi haber veren bir çan sesi işittim. Kafe kalabalık sayılmazdı. Okuldan uzak olmamasına rağmen, geçen sene bu sokaklarda hiç dolaşmadığımdan buraya hiç denk gelmemiştim. Anlaşılan başkaları da denk gelmemişti. Çünkü bu kafenin, gerek eski döşemeleri, gerek de samimi tasarımı bir çok öğrenciyi çekerdi. Pek fazla kişi olmadığına minnettar bir şekilde köşedeki masalardan birine oturdum. Masanın üzerindeki menüye göz gezdirip açlığımı giderecek bir şeyler aradım. Saçlarımı karıştırıp menüye odaklanmışken bir sesle irkildim.
"Bir isteğiniz var mı?"
Gözlerimi menüden kaldırıp siparişimi almaya gelen garsona baktım. Suratındaki gülümsemeyi görünce ben de gülümsemeden edemedim. Karşımda oldukça güzel bir adam vardı. Kırmızı saçları dikkat çekiciydi. Yüzü de çok samimiydi. Öyle hissettiriyordu.
"Aslında henüz karar veremedim, bir öneriniz var mı?" diye sorduğumda göğsünün üzerindeki isim kartına baktım. Hoseok.
Güzel bir gülümsemeyle karşılık verdi. "Güzel sandviçlerimiz var, yanında da limonata verebilirim. Çok tercih edilir."
"Ondan alayım o zaman, lütfen." deyip sırıttığımda yine yüzündeki aynı gülüşle kasaya siparişimi söylemeye gitti.
Ben etrafı izlerken 10 dakika kadar sonra sandviç ve limonatam önümdeydi. "Teşekkürler," dedim Hoseok'a ve yine gülüp yanımdan ayrılırken sandviçimden bir ısırık aldım. Geri dönmek güzeldi. Ailemden ayrı olduğum şehre, eğitimime devam etmek için gelmiştim. İkinci sınıftım artık. İçimde geçen senenin yeni ortama, şehre alışma telaşı yoktu. Bundan daha farklı telaşlar kaplamıştı içimi. Bir ev bulmak gibi.
Geçen sene yurtta kalmıştım ama bu yaz, bir eve çıkmaya karar vermiştim. Oda arkadaşımla pek anlaşabildiğim söylenemezdi. Sınıfta da çıkar ilişkisi dışında bir arkadaşlık edinememiştim. Bu yüzden okulun başlamasından üç gün önce, tek başıma, kampüse yakın olan bu sokaklarda, sabah erkenden geçici olarak kaldığım otelimden ayrılıp bir daire aramaktaydım. Bir diğer telaşımsa bu sene zorlaşacağını bildiğim derslerimdi. Ama bu telaşı erteleyip duruyordum ilk sorunuma odaklanıp.
Sandviç ve limonata güzeldi. Buralarda ev bulamasam bile mutlaka tekrar gelmek için telefonumu çıkarıp bir kaç fotoğraf çektim. Burayı tekrar hatırlardım böylece. Kasaya hesabı ödemeye giderken birden aklıma garsona yakınlarda kiralık ev olup olmadığını sormak geldi, bu yüzden kenarda durup müşterileri izleyen Hoseok'un yanına gittim.
"Pardon, yakınlarda bildiğiniz kiralık daire var mı acaba, eşyalı?"
Bir süre düşündükten sonra etrafa ışık yayacak şekilde gülümsedi. "Aaa, Yoongi hyung bahsetmişti. Kiracısı yeni çıkmış. Oraya bakın isterseniz? Arka sokakta. Arayan biri olursa yönlendirmemi söylemişti. Güzel tesadüf oldu."
Gözlerimi şaşkınlıkla açtım. "Gerçekten mi?"
Bu kadar kolay olmasına inanamıyordum. İlk aradığım gün bulacağımı düşünmemiştim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
yellow house | yoonmin
Fiksi PenggemarÜniversite için ikinci senesinde, yaz sonunda tekrar şehre dönen Jimin için tatlı bir kafenin arka sokağında, Yoongi isimli adama ait, dışı sarı olan güzel bir daire vardı.