Tenth Day

829 69 2
                                    

Hayat şimdilik tahmin ettiğimden daha güzel ilerliyordu. Yani, sanırım.
''Hoseok! Ay bana bir şeyler oluyor. Ölüyorum sanki.''
Yoongi ile Busan'a geldiğimden beri her şey gayet iyiydi. Tabii Jungkook bir anda karşımıza çıkıp bizimle aynı yerde kalmaya başlamasaydı.
Az çok tahmin edilebilir ki, Yoongi sürekli Jungkook'u gözetliyor ve onun kendisine verdiği sinyallerden dolayı bir fangirl edasıyla çığlık atmaya devam ediyordu.
Ha, bu arada Jimin Busan'a geldiğimi bilmiyor yani ona tek bir kelime dahi etmedim. Ee bu yüzden de ne mesajlarına cevap veriyorum ne de aramalarını cevaplayabiliyorum. Yoongi resmen bana yasak koydu. Çocuk annem olmaya yemin etmiş gibi yani böyle azim bende olsaydı şu an Jimin ayaklarıma kapanmış bir şekilde köleye dönüşmüş olurdu.
Eh, o azmi bir gün görür müyüz bilemem.
''Senin beynine uçayım Yoongi. Yeter ulan, ne çileymiş be bitmedi gitti.''
Bunların hiçbirini içimden gelerek söylemiyorum. Beni tanıyan herkes öylesine dediğimi anlayabilir, değil mi? Aynen ben de öyle düşünmüştüm.
Sıkıldığımı belli edercesine gözlerimi devirmekle yetinmeyip, çantamı aldığım gibi yerimden kalktım ve Yoongi'nin hemen yanında duran telefonuma uzandım. Neyse ki cama bakmaktan beni fark etmemişti ve ayaklarımın yerde çıkardığı sesi de hiç duymamış gibi efkarlanmasına kaldığı yerden hızla devam etmeyi seçmişti. Buna memnun olduğumu söylemesem şimdi ayıp olur. Çok memnunum, çok.
Beraber kaldığımız otel odasının koridorundan çıktıktan sonra aklıma gelen ilk yere, yani lobiye doğru yönelmiştim. Lobide bir akarsu parkı dekarasyonu vardı ve nedense oraya her gittiğimde kendimi mutlu hissediyordum. Geleli 2 gün olmasına rağmen Busan'ın çoğu yerini gezmeyi başarmıştım ve burası tahmin ettiğimden daha çok değişmişti. En son Jimin ile beraber üç sene önce geldiğimizi hatırlıyordum. Güzel günlerdi bence, en azından bu kadar çok büyümemiş ve birazcık da olsa içimizde kalan masumluğu yaşatmıştık.
Tamam yine, 'ben Jimin'i ve eski günleri çok özledim polemiği' yapmaya başlamayacağım o yüzden rahat olabilirsiniz. Bu beni de sıktı artık çünkü. Engel yok bir şey yok kendimi harap etmeyi çoktan bıraktım. Herkesin dediği gibi harika bir sevgiliye sahibim ve her ne kadar bu sevgililik şimdi bir resmiyet taşımasa da, ilerde her şeyi güzelde konuştuğumuzda yoluna girecek.
-------------------------------------
Hayat güzel demiştim değil mi?
Fikrimi değiştiriyorum, hayat güzel falan değil. Çünkü yanımda sızmış bir Jungkook varken hayat asla güzel olamaz, oldurulamaz.
Yoongi ben yokken Jungkook ile beraber oyun oynamaya karar vermişken hayatın güzelliğini saymak dahi istemiyordum. Bunların çekimi beni iyice germişti ve tek istediğim bir an önce buradan kurtulmaktı.
Sakince, sabır dilenerek yerimden kalktım ve son kez birbirlerine sarılmış şekilde yatan Jungkook ve Yoongi ikilisine göz gezdirdim. Dünya yansa umurlarında olmayacak kadar güzel yatıyorlardı. Her ne kadar şikayet etsem de gerçeği de inkar edemezdim şimdi. Çok uyumlu durmaları içimdeki shipperı harekete geçirmişti.
''Gel de shipleme.''
Bunu sesli söyleyip ellerimi yanaklarıma bastırdım ve gözlerimi kırpıştırdıktan sonra mecburen kendi odama geçtim. Onları rahatsız etmek istemiyordum.
Odama girdiğimde her yer bıraktığım gibiydi. Bir şey hariç; yatağın üstünde kıpırdanan ve yorganın altından gelen tuhaf seslerle beraber yorganı tekmeleyen bir varlık.
Nedense bu görüntü beni korkutmaktan çok sinirlendirmişti. Hiç kimse elini kolunu sallaya sallaya benim kaldığım odada tepinmeyi bırak, giremezdi bile. Tabii bu sinirle kendimi yatağa doğru adımlarken bulmuştum. Yatağımda yatan şahıs her kimse tamamen bütün odayı dağıtma potansiyeline sahip gibiydi.
''Sen!''
Bağırmamla yorganı üstünden çekmem bir oldu. Önce kim olduğunu anlayamamıştım ancak sonra karman çorman bir hale bürünmüş saçlarını düzeltmesiyle, yatağımın -bir deyişle- içine eden kişiyi gördüm.
''Selam.''
Jimin elini sallayarak yatakta oturur pozisyona geçtiğinde artık birkaç gündür kaçmayı başardığım yollar tıkanmıştı. Jimin'i beraber yattığımız günden beri görmüyordum ve nedense şu anda hissettiklerim çok farklıydı.
Sadece 2,3 gündür görmediğim çocuğu delicesine özlemiştim ancak bu şekilde karşıma çıkması tuhafıma da gitmemiş değildi.
''Nasıl geldin buraya? Hayır, hayır bu soruyu geçiyorum. Neden benim yatağımda tepiniyorsun?''
Sanırım bu daha makul bir cümle olmuştu.
Ancak sorduğum soruyu görmezden gelerek ellerini uzattı ve benim sinirden belime sardığım kollarımı nazikçe çekti. Parmakları bana dokunduğunda hafifçe ürpermiştim. Elleri yumuşacık ve tıpkı bir bebeğinki kadar güzeldi. Onun eliyle benim elimin uyumu neredeyse çıldırmama sebep olacak dereceye gelmişti.
''Benden kaçabileceğini mi sanıyorsun Hoseok-sshi?''
Dudağının kıvrılışı adeta hayatımda gördüğüm en harika manzaraymışçasına beni uzak diyarlara götürmüştü. Aklımın başımda olması küçük bir ihtimalken kalan son idaremi de kaybetmiş bulunmaktaydım.
Çünkü beni saran ellerine karşı gelmek oldukça zordu. Parmakları belime yapışmış ve beni bırakmamakta ısrarcıydı. O sırada dudaklarımın arasından titrek bir nefesin kaçmasına engel olamadım. Beni mahvediyordu.
''Sen...''
Gözlerim onunkilere odaklanmayı redderek yatağın üstünde duran kitaba doğru kaydı. Ancak kaçış yolu olarak bir kitaba güvenmenin beni kurtarmayacağının farkındaydım.
''Sadece seni sevmeme izin ver Hoseok.''
'' Sevmek'' kelimesinin üstüne bir vurgu yaparak ilgimi çekmeyi sağladığında, gözlerinde oluşan parıltılar masum gözükse de, aslında tehlikenin çok yakında olduğunu adeta bağırıyordu.
Tehlike, Hoseok! Jimin tehlikesi!
''Kimin kimi sevip sevmeyeceğine ben karar verecek değilim. Şayet ki sevmek istiyorsun, sev öyleyse.''
Söylediğim cümleyi yanlış yorumlarcasına kaşlarını çattı ve alt dudağını aşağıya doğru sarkıttı. Muhtemelen bu hareketin beni delirttiğinden habersizdi ve az sonra kalp krizi geçirmeye başladığımda bunun nedenini asla öğrenemeyecekti.
Ah, Park Jimin. Sen kalbe zararsın.
''Beni anlamıyorsun.'' dedi ve ellerini üstümden çekerek devam etti. ''Ben tek taraflı bir sevgiden bahsetmiyorum. Seni severken, senin de beni sevmene izin vermeni istiyorum.''
Şimdi okları benim üstüme doğrultmuştu. Yataktan kalkarak az önce soğukluğa bıraktığı belimi tekrar sardı ve kafasını kalbime yasladı. Bir bebek kadar masum olduğu gerçeği kalbimi hızlandırıyordu ve ben onun bu hızlı ritimleri duymasını istemiyordum. Geçen her saniye benim aleyhime işliyordu ve her zamanki halimle ben, onun güzelliği karşısında mağlup olmuştum.
''Seni... anlamıyorum. Bir öyle bir böyle davranıyorsun.'' demişti dudaklarını kalbime bastırdıktan sonra. ''Bir gün bakıyorum beni kollarının arasına almışsın, bırakmıyorsun. Diğer gün ise benden olabildiğince uzaklaşıp ikimize de acı çektiriyorsun. Neden Hoseok? Bunu neden sürdürüyorsun? İstediğin bir özür mü? Veya pişman olmam mı? Eğer bu sorulara bir cevabın varsa, evet sana dilediğin özrü sunacağım. Yeter ki daha fazla birbirimizden ayrı kalmayalım. Geçen her günde, yaşadığımı unutuyorum. Sen yokken hayat zindan gibi ve bu beni yavaş yavaş öldürüyor.''
Son damla da, Jimin'in gözyaşlarının kalbimin üstüne düşmesi olmuştu. Sıcak ve tuzlu su ulaşamasa da yüreğimi bir ateş gibi yakıyordu ve bunu dindirecek hiçbir şey bilmiyordum. Aşk denilen şeyin hiçbir tedavisi yoktu, yakalandığında aklını kaybediyor ve benliğinin gerçek mi sahte mi olduğunu ayırt edememeye başlıyordun.
İşte tam bu noktada, ben de aşka yakalandığımı hatta hastalığın son evresinde olduğumu anlamıştım. Çok acıtıyordu, aşk sandığımdan daha çok acıtıyordu. Etimden et koparan bir his her gün beni aşağıya çekiyordu ve dayanacak güç, inanın ki kalmamıştı.
Ne yapacağımı bilemiyor ve bundan kurtulamayacağımın da farkında olduğumu kabul etmek bana zor geliyordu. Evet, tam bir aptaldım ve bunun da bir çözümü maalesef ki yoktu.
''Beni zorluyorsun Jimin.'' dedim ve Jimin'i kendimden uzaklaştırarak yüzüne baktım. Burnu, gözleri ve yanakları kızarmıştı, ayrıca ağladığından dolayı burnunu çekiyordu. Bu görüntü kalbimi sızlatmadı değildi.
''Aigoo, tam bir bebeğe benziyorsun Jimin-ah.''
Masum bir gülümseme belirmişti yüzünde. Gönlümü yine ele geçiren türdendi ve buna karşı koymak imkansız gibi bir şeye dönüşüyordu artık.
Hayır yanlış söyledim, dönüşmüyordu çünkü tüm sınırlarımı zorlayan Park Jimin, günün sonunda istediğine çoktan kavuşmuştu.

Yine ben ve uzun süreden sonra paylaşılan iğrenç bir bölüm daha
Tekrar sıkıcı oldu bu yüzden artık Hoseok'u ikilemden çıkaracağım hazır mısınız dostlar





Winter Day | JiHopeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin