Ve hikaye böyle başlar...

65.1K 1.9K 713
                                    







Sığ evlerin bulunduğu tenha köye kış gecelerinin soğuk ve kuru ayazı yavaş yavaş inmeye başlıyordu. Sapa bir yolun ucunda konuşlanmış ahşapları iyice eskiyen iki katlı binanın içindeyse köyün sakinliğine inat curcuna kopuyordu. Neredeyse ona yakın küçük çocuk merdivenlerden bir aşağı iniyor sonra koşarak bağırış çağırış bir halde yukarı çıkıyordu. Her basamakta ev canlı bir insanmış gibi tepki veriyor ve hafifçe yalpalıyordu sanki canı acır gibi. Kadınlar kuzinenin ısıttığı mutfağın camlı köşesinde duran, yıkılmaya yüz tutmuş soluk sarı renkli eski kanepeye kurulmuştu. Ev sahibesi Ayşe kadınsa beyaz karoları yer yer dökük ve kırık, dolap yerine birkaç tahta çakılmış, tezgâhın altındaki tencereler görülmesin diye koyu renklerde eski bir örtü gerilmiş mutfak lavabosunda çay hazırlama telaşındaydı.

Çocuklar arada bir odalara da giriyordu. Erkekler sobanın iyice ısıttığı, arada bir harlı sobanın üzerindeki güğümün tiz sesinin havaya karıştığı salonda baş başa konuşuyorlardı. Ahmet ve Muhammet Bey o yılki hasadın azlığından dert yakınıyordu. Evin büyük kızı içeri girip çay ikram ettiğinde eski kanepedeki oturuşlarını düzeltti iki kardeş. Gün ağarmış akşamın kızıl renkli süsü yerini siyah bir geceliğe bırakmıştı. Köy sakinleri için kış gecelerinin sıcak kestane ve çay keyfi yapılacak saatleri gelip çatmıştı. Kısa süre sonra içeri kestane yerine Ayşe'nin evde bulabildiği kadarıyla patlamış mısır ikramı geldi. Kış vakti evdeki erzak kısıtlı oluyordu elbette. Bazen çayın yanına kestane beklerken patlamış mısıra belki sıcak tereyağlı bir somun ekmeğe razı olmak gerekebiliyordu. Hatta bazen çay yerine ıhlamur gelmesine bile şaşırmıyordu misafirler. Yokluk buralar için şaşırılacak, yadırganıp garipsenecek bir durum değildi.

İkinci bardak çaylar henüz bitmek üzereyken ahşap binanın üst katından ağlayan bir bebeğin sesi yükseldi. Salonun üzerindeki odada yatan bebeğin sesi ahşap döşemenin aralık kalan boşluklarından aşağısındaki odaya net bir şekilde gelirken ufaklığın cırlak sesi iki kardeşin sesini bastırıyordu. Odadaki çocuklardan biri ile Ayşe'ye haber gönderdi Muhammet. Bebeğin ağladığını öğrenen Ayşe, tahtaları gıcırdatarak üst kata çıkıp yatak odasına girdi. Ağlamaktan kızarmış bebeği süslü örtülerle sarılmış demir beşikten aldı yavaşça. Beşiğin bir adım ötesindeki yatağının köşesine oturup karnını doyurdu küçük çığırtkanın. Annesine kavuşan bebek içli içli nefes almaya devam ederken karnını doyurmaya odaklamıştı kendini.

Kısa bir süre sonra aşağı indi Ayşe. Kucağında kundaklar ve battaniyenin içinde kaybolan bebeği de getirmişti beraberinde. Mutfakta oturan kadınlar bebeğin başına geldiler. Doğru ya onlar bu bebeği görmek için gelmişlerdi zaten.

Dünyadaki ömrünün henüz bir haftasını ancak tamamlamış olan bebekse gözlerini açmaktan bile aciz görünüyordu. Uykusunda ara sıra dudakları kıpırdasa da etrafındakilere tepki veremeyecek kadar uzak âlemlerdeydi ruhu.

" Maşallah Ayşe, bebek pek sağlıklı görünüyor. Sen de çabuk ayaklanmışsın. İnşallah hayırlı güzel bir ömrü olur." Dedi Ahmet abinin eşi Meryem yenge.

" Sağ ol yenge. Ömürleri bahtları güzel olsun inşallah." Diye cevapladı Ayşe, yengesini. Sesi istemeden de olsa bezgince çıkmıştı. Çünkü bir kız çocuğunun bahtı buralarda çok da yaver gitmezdi. Kim bilir? Belki kızı da kendisi gibi on altı yaşında babasının bulduğu bir adamla evlenecek ve yirmi altı yaşına geldiğinde dördüncü çocuğunu kucağına alacaktı. Ve günleri köy işleri, ev işleri ile geçecekti. Bir kız çocuğunun geleceği bu köyde çok daha fazlası değildi. Eğer şanslıysa iyi bir kocaya düşerdi.

" Olur inşallah Ayşe. Artık devir değişti. Kızlar da okuyor kendini geliştiriyor evvel Allah. Üzülme sen." İşte bu köyde kız çocuk doğuran anaları teselli etmek diğer analara düşüyordu.

YârenHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin