Selam canlarım ❤
Acı Tütün adlı hikayemin ikinci kitabı olan, serinin devamı niteliğindeki hikayeme hoş geldiniz. Umarım ki devamı olarak gördüğüm NEMRUDUN GELİNİ hikayemi de beğenir, aynı ilgiyi gösterirsiniz.
Eğer başka hikayelerimi de okumak isterseniz profilimden bulabilirsiniz. Heyecanla okumanızı bekliyor, sessizce aradan çekilerek sizi bölümle baş başa bırakıyorum.
Keyifle okumanız dileğiyle. Sağlıcakla kalın canlarım 😍
Yavuz Bingöl : Gitti Canımın Cananını
*
Beni nehirden çıkarıp şifacı bir kadına götürdükleri günün akşamında çok fazla ateşledim. Öyle ateşlendim ki dudağım içimi yakan ateşin etkisiyle patlamıştı. Uçuk çıkmış, normalin iki katı olmuştu. Ara ara uyanıp sayıklamış, kıpkırmızı olmuş gözlerimle bana bakmaya gelen köylüleri korkutmuştum.
Benim çok kötü hasta olduğumu anlayan köyün yaşlıları bunun koca karı ilaçlarıyla olmayacağını eğer sabahı edebilirsem mutlaka ilçe merkezinde olan sağlık ocağına görünmem gerektiğini konuşmuştular. Her gelen 'vah yavrucak ne hale gelmiş' yada 'amanın ne olmuş buna!'diye feryatlar da bulunuyordular. Belki de orda yatan ve her konuşmanın farkına varan benin ölü olduğumu düşündükleri için bu kadar rahat asla iyileşemeyeceğimi söylüyorlardı.
Haksız sayılamazdılar. Zira kaç kilometre olduğunu tahayyül dahi edemediğim gölde azgın sulara kapılıp taşa, çer çöpe takıla takıla yüz üstü bir çalıya tutunmuştum. Daha doğrusu asılı kalmıştım. Hayatta ki tek şansım o çalıymış diyordum o zaman. Tek şansım Kadir ken onun başına getirdiğim felaketler ve belkide ölümüne sebebbiyet verdiğimi düşünmemden o an onu şans olarak görmüyor şanstan ziyade vicdan azabı olarak taşıyordum.
Kadir diye sayıklamıştım. Kadirim!, yiğidim!. Kuruyan dudaklarıma ıslakttıkları bezle su damlatmışlar, çatlayan kenarlarına ise tuhaf bir kokusu olan merhem sürmüştüler. Başıma aldığım darbe nedeniyle başım şişmiş, ara ara ince ince kanıyordu. Ama en büyük hasar hiç kuşkusuz sürüklenirken kaburgalarıma aldığım sivri taş darbeleriydi. Çizmiş, yırtmış, ezmişti etimi. Ama ben acıyı beden de arayan bir insan olmamıştım hiç bir zaman. Kalbimde ki kayıpların acısı o denli ağırdı ki yara bere içinde kalmış bedenim zerre umrumda olmuyordu.
Ben kocamı bırakmıştım ardım da!. Anne diye ağlayan yavrumu o canilerin avuçlarına bırakmıştım. Benim acım çok büyüktü. Kalbi kanayan kocam nasıldı? Tutunmadan yürümeye başlayan yavrum kime koşacaktı?. Yaşıyor mu ölü mü bilmediğim Elif Bahar'ım?...
Kendime geldiğim o kısa zaman dilimlerinde ağlamadan, inlemeden konuşabilsem, derdimi anlatabilsem...anlatamadım. Çünkü ben bir hafta boyunca ölümle yaşam arasında gidip gelmiştim. Köye getirilişimin anca dördüncü gününde genç bir hemşire tarafından muayene edilebilmiştim. Doktor ne arar?. İlçe de bile bir elin beş parmağını geçmeyen doktor sayısı nedeniyle köye doktorun gelip beni muayene etmesi imkansızdı. Hemşire de vicdanlı bir kız olduğundan beni bulan genç köylünün haline dayanamayıp korksa da atlıyordu traktörün kasasına geliyordu adını bile bilmediği o köye.
Bana ateş düşürücü iğne yapıyor, ateşim düşene değin de yanımdan ayrılmıyordu. Bir şeyler sezmişti. Bir tuhaflık vardı halimde. Akşama kadar başımda bekledikten sonra onu getiren genç yine traktörün arkasına atıyor, ilçeye götürüyordu.
Beş aylık olan gebeliğim Allah'ın bir mucizesi olarak devam ediyor, kimselere diyemediğim durumum çok geçmeden farkediliyordu. Evin sahibesi sabahın ilk ışıklarında odama geliyor, saçlarımı okşayarak gözyaşlarını salıyordu. Kulağımın dibine kısık sesini bırakıyor, duyulmasından korktuğu şeyi soruyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
NEMRUD'UN GELİNİ/SON TÜTÜN (Tütün Serisi 2. Kitap)
Fiction générale"Sen artık o tertemiz, küçük anne Zeliş değilsin. Sen artık, eli kanlı bir katilsin! Bu güzelliklerin hepsi sonsuza değin alındı elinden.." Zeliş'in çaresizliklerle dolu hayatında Kadir'in gözünden de okumaya ne dersiniz? Hem Zeliş hemde Kadir'in...