Biz yetimhane çocukları;Oyun nedir bilmeyiz.
Çünkü oyunun kelime anlamını dahi bilmeyiz.
Dışarda oyun oynayan çocuklardan öğreniriz oyunları.
Ne yaptıklarına bakarak.
Tekrarlarız...Burada hademeler pek sevmez bizi az dayak yemedik onlardan, oyunu dışarda oynayan çocuklardan öğrendiğimiz çağlarda. Kimseye söyleyemezdik "ya tekrar döverse" diye. Biraz büyüyüp karşı gelmeye başladığımız da ise bodruma kapatılıp korkulu rüyamız olan karanlığa mahkûm ediliriz. Yine ağzını açıp tek kelime edemezsin çünkü ucunda karanlık bir bodrum odası var... Ve yurdun en haşere çocuğu iseniz bazen yapmadığınız suçlar bile size kalabiliyor.
Ve Onlara göre "akıllandırma yöntemi " olan çeşitli dayaklarla, yıllar sonra vücudumda görüp hatırlayacağım izler yok belki. Ama ya ruhumda ki izler ..? İşte onları silmeye kimsenin gücü yetmez, YETMEYECEK.
"Anne" sıfatının kime verildiğini bilmezken yurdumuzda geçici müdüre olarak görev yapan, Semra anne öğretti bize "annelik " nedir "anne" evladına nasıl sarılır diye. Ama "baba" sıfatı... Ben henüz ona bir siluet konduramıyorum. Çünkü senelerce pencereden karşı arsada babalarıyla uçurtma uçuran çocukları ağlayarak seyrettim ben. Bunun hesabını karşısına çıkıp ona hesap sorduğumda veremeyecek (!)
Yani yetimhane de büyümek, kara kışa direnip bahardan korkmamaktır. Ayakta durmayı sallantılıda olsa başarabilmektir. Ama adın ve soyadın hariç kim olduğunu bilmemektir. Sahi kimim ben?
***
Yine rutubet kokulu bir yurt gecesinde kukuma kuşu gibi düşünüp duruyordum.
" Kendimden kendimi doğurmaya mı gebeyim yoksa kendimin katili mi?" Bilemiyorum...
Beynimin derinliklerinden gelen sorgulama ruhumu ele geçirmişti. Gözlerim boş arsada sanki birini arıyor gibi dolanırken vücudum oturduğum sandalyeye çivilenmişçesine hareket etmiyordu. Düşünmek miydi bu kadar yoran, düşündüğüne cevap bulamamak mı?
Aslanın avına yoğunlaştığı gibi düşüncelere yoğunlaşmışken arkamdan gelen "Hazall" cırlamasıyla irkildim. Evet, ben yalnızdım. Kendimden başka kimsem yoktu belki. Ama bazen birlikte dertleşebildiğim benden bir kaç yaş küçük bir arkadaşım vardı. Ve bu cırlama ona aitti. Turna gelmişti namı değer Bayan Çok Bilir. Arkamdan gelip kollarını bedenime dolamıştı.
"Çek şu patilerini minnoş bedenimden (!)"
Gözlerini devirdiğini hissedebiliyordum. Bırakması için ısrar eder biçimde vücudumu huysuzca hareket ettirdim. Kollarını bedenimden çekerek yanımda ki sandalyeye kuruldu.
"Sana da bir sevgi gösterisi yapılmıyor be! Odun musun nesin."
"Sevmiyorum kızım insanlarla temas etmeyi."
Bana her sarılmasında bu konuşma rutin olarak geçiyordu aramızda. Bu hayattaki en yakınımdı belki ama tamamen zıttımdı aynı zamanda da. Ben insanlarla temas etmeyi sevmezken, o birine sarıldıkça mutlu oluyordu. Gerçi sadece karakter olarak değil fiziki olarak da hiç benzemiyorduk. Ben siyah saçlı, kahverengi gözlü muşmula suratlı bir kızım. O ise kızıl ve ela gözlü, güleç yüzlü bir kız. Benden biraz uzun birazda daha zayıftır.
"Üff tamam tamam. Dalmışsın yine uzaklara."
"Uzaklara bakan birinin yakında olmayan bir hikâyesi vardır."
Histerik bir kahkaha atarak "Hoş geldin alengirli sözlerin kızı. Lakin bizim yakında yok zaten de uzakta da bir hikâyemiz yok." dedi. Aslında haklıydı. Bizim ne bir hikâyemiz ne de hikâyemize kahraman olacak akrabalarımız vardı. Tek kişilik aileydik biz.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TABUT
Mystery / ThrillerSevdiği kadının acısını omuzlarından alıp kendi ruhuna işlemek istedi adam. Taşıdığı yükten ezilmiş omuzlara ilmek ilmek işlenen acı ne kadar hafifletilirdi? Belki şuan pek faydası olmamıştı Hazal'a, elbet birikerek olacaktı en güzelinden faydası. ...