CHİN HO…
Young jea öfkeyle içeri daldı. Gözleri adeta ateş saçar cinstendi. Bana her zaman kızardı. Fakat bu sefer ki bakışların da farklı bir öfke vardı. Aldırmadan elimde ki kitaba döndüm. Ama o vazgeçmeyecek cinsten öfkeyle elimde ki kitabı çekip aldı.
Derin bir iç çektim. Sinirli ve kızgın olması gereken bendim onlar değil. Kollarımı göğsümde düğümleyip onun gereksiz konuşmalarını dinliyormuş kararı aldığım dakika fikrim değişti. Fark etmeden dinliyordum çünkü.
“Evet, birine kızman, bağırman, çağırman gerekti! Ama neden o ha? Neden o?”
İçeri girdiği dakika Aprildan bahsetmesi sizce de kuşkulu değil mi? Düğüm yaptığım kollarımı çözüp ona dik dik baktım. Madem Aprildan konuşmak istiyordu bu isteği geri çevirmemek gerek.
“Yoksa o kaşık gözden mi hoşlanıyorsun?”
Ortaya attığım sorunun cevabı Young jea’nın yüzünde apaçık şekilde belli oluyordu. Hayretle kaldırdığı kaşları sorumu yalanlasa da dudaklarını sinirle ısırıyor olması doğrular cinstendi. Sırtını bana dönerek dışarı çıkmaya hazırlandığın da yeniden bana dönüp “Senin gerçekten beynin yok mu?” diye sordu.
Ah benim küçük kardeşim. Beni her defasında geri zekâlı yerine koymaya çalışmıyor mu doğrusu bayılıyorum ona… Sinirle soluyup sorduğu soruyu cevapladım.
“Yok Young jea! sen mi vereceksin bana o akılı!”
“Abı yeter! Neden anlamak istemiyorsun? Hye su abla yok artık!”
“Yok mu? daha bundan birkaç gün önce gayet canlı geliyordu sesi.”
Young jea sinirle soluduğu nefesler arasında bana öfkeli bakışlarıyla baktı. Konuşmadan bir süre öylece dikildikten sonra “Sana tek bir sorum var?” dedi. Bu sefer elinden geldiğince sakin konuşmaya çalışıyordu. Bakışlarımı ona kilitleyip ne sormak istiyorsa sormasını bekledim.
“Gerçekten April’ı yanında istemiyor musun?”
Kendinden o kadar emin konuşmuştu ki hayretle kaşlarım havaya kalktı. Bana bunu sormasında ki amaç neydi? Şaşkınlıkla ağzımı açtığım da konuşmama müsaade etmeden konuşmaya devam etti.
“Ama gerçekten… Bu soruyu kalbine sormaya ne dersin ha? Gerçekten April’ın gitmesini istiyor musun? Eğer bunu istiyorsan hemen yarın onu evine geri göndereceğim…”
Sözleri kendinden emin bir şekilde sarf ettikten sonra sırtını bana döndü ve cevabımı beklemeden kendini dışarı attı. Beni sorusuyla baş başa bırakmaya çalışıyordu belki de… Ama bu nedense huzursuz hissetmeme sebep oluyordu.
APRİL…
Kapının çalmasıyla uzandığım yataktan kalktım. Nedense bu boş oda her geçen gün beni boğuyordu. Kapıdakinin kim olduğunu sorgulamadan istem dışı kapıyı açtım.
Karşımda duran adam sırıtarak elindeki paketi havaya kaldırmış “Aç olabileceğini düşündüm.” Diyordu. İstemeden gülmeye başladım. Sol elini işaret ederek “Orada da bira mı var yoksa?” dedim. İnanılmayacak derece de aynı şeyi yaşıyorduk.
Young jea başını hayır anlamında sallayıp hemen içeride odanın sonlarına hapsettiğim dolabı işaret ederek “Orada ki biralardan, meyve sularından ve kolalardan haberim var.” dedi. Tek kaşım havaya kalkmış boş boş ona bakarken bu bakışmayı kesip kapının önünden çekildim.
Madem kapıma gelmişti göndermek olmazdı. Aslına bakarsanız karnım kurt gibi de açtı. Keyifle etrafa bakıp “yurt günlerimi özledim şimdiden” dedi ve hemen arkasından Elindeki poşetleri yuvarlak masaya bırakıp “Burası fazla sessiz değil mi?” dedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TESADÜFEN...
Romance“Aprıl 21 yaşında üniversite okuyan genç bir kızdı. 3 yıllık üniversite hayatı boyunca yapmadığı çapkınlık kalmamıştı… peki bir gün sevilmeyeceğini bile bile severse ne olur?”