10.Bölüm...

6 0 0
                                    

Tanrım saatlerce geçen yolculuk sanki hiç bitmeyecekti. Tam 13 saat havada kalmak ne demek biliyor musunuz siz? Tamam, 13 saat boyunca ne yaptığımı sorarsanız bu gerçekten saçma olur. Tam 13 saat boyunca uyudum. Sevgili profesörümüz bana mükemmel bir yer ayarlamış. İş adamları ile 13 saatlik bir yolculuk… Ne kadar eğlendiğimi tahmin edin ki ben bütün yol boyunca uyudum. Sonunda geldiğimizi duyuran hem Korece hem İngilizce anons ile oturduğum yerden kalktım. Bu okul beni kabul ettiğine pişman olacaktı.

Bavullarımı alıp yolcu çıkışına yöneldiğim sıra olduğum yerde kaldım. Nereye gideceğimi bilmiyordum. Telefonumu cebimden çıkarıp ekrana baktım. Nasıl unutmuştum bu soruyu sormayı. Hoş unuttuğum bir şey daha vardı. Hattımın bu ülkede bir işe yaramadığı. Nasıl olurda yurt dışına açtırmayı unuturdum. Telefonu cebime tıkıştırıp mantıklı bir şeyler düşünmeye çalıştım. Bilmediğim bir ülkede bildiğiniz tek başıma kalmıştı.

Derin bir nefes alıp yolcu çıkış kapısından çıktım. Yolcu çıkış kapısı ana baba günüydü. Eline kâğıt alan kapıya dayanmış gibiydi. Bu bana komik bile gelmişti. Valizimi çekerek tam dışarı çıkacaktım ki birinin “Affedersiniz!” diye bağırdığını duyup olduğum yerde kaldım. Biri İngilizce alarak beni durdurmaya çalıştığına göre ya valizim açılmıştı yâda beni almak için biri görevlendirilmişti. Ve evet; bingo tahminlerimin doğru olduğuna gayet keyifle söyleyebilirim.

Adam elindeki April yazılı kâğıdı bana uzatıp “Siz April almalısınız.” Dedi. Evet, biliyorum birkaç dakika önce güldüğüm adamlar arasında bu adamda vardı. Kâğıdı ona uzatıp “Evet benim… Peki, siz?” dedim. Karşımda duran adamı tanımıyorum sonuçta. Adam kâğıdı katlayıp önümde iki büklüm eğilince ne yapacağımı şaşırıp bende biraz eğilerek “Kalksanız nasıl olur?” dedim. Korelilerin eğilerek selam verdiğini bilsem de bu bana saçma ve rahatsız edici gelmişti.

Adam biraz gülümseyip elini uzatarak “Ben Young Jea” dedi. Adama verebildiğim tepki ise görülmeye değerdi doğrusu. Adamın adını söyleyebilmem için uzun bir süre pratik yapmak zorundaydım. Elini sıkıp adımı tekrarlarken Adam “Biliyorum.” Dedi. Elinde tutuğu kâğıdı da sallamayı ihmal etmiyordu. Başımla onaylayıp gülümsedim. En azından kim olduğunu sormam gerekiyordu ama aklıma bile gelmemişti. Elimde ki valizi alıp “Nereye gitmek istersiniz önce?” dedi. Buda demek oluyor ki o beni almak için görevli olan biriydi. Biraz rahatlayarak “tercihlerimiz arasında neler var?” dedim.

Her ne kadar bana iki seçenek gözükse de. Biri elbette ki okul diğeri ise kalacağım yer olabilirdi. Adam benim verdiğim tepkiye gülerken “Aslında çok bir seçenek yok elimizde. İlk yurda gidip dinlenmek mi istersiniz yoksa okula gidip kaydınızı onaylamayı mı? Bir de hastanede ilgileneceğiniz Chin ho ile ne zaman tanışmayı isterdiniz?” dedi adam. Başta kurduğu cümlelerle göğsüm kabarmış başımı sallayarak onaylarken duyduğum şeyle olduğum yere çakıldım. Ağzımdan zoraki “Hastane? Jin ho? İlgilenmek?” kelimeleri döküldü ama hiç biri de düzgün bir cümle kurmama yardımcı olmamıştı.

Adını hatırlamadığım adam zaten küçücük olan gözlerini kısıp bana bakarken yarım yamalak ağzımdan dökülen sözleri yineledim. Adam valizi bırakıp “Chin ho… Ben onun erkek kardeşiyim. Yoksa siz bilmiyor muydunuz?”dedi. Öylesine şaşırmıştım ki başımı hayır anlamında salladım. Bana adam olanları tane tane anlatırken şaşkınlığım daha çok artıyordu. “Demek bu yüzdendi.” Dedim kendi kendime. Hasta bir adamı araştırmam için gönderilmiştim buraya. Koyu kahve saçlarımı geriye itip “İyi de ben doktor değilim ki.” Dedim.

Ki doktor olsam bile henüz mezun olmamış olurdum ki ben tıpta değildim de. Adını hatırlamadığım adam “Biliyorum.” Derken ben daha çok şaşırıyordum. Bu saçma sapan insanların aklından ne geçiyordu. Başımı dikleştirip “Önce hastaneye gidelim!” dedim. Görev diye atandığım kişi her kimse mutlaka onu görmeliydi. Hayır, neden buraya zorla gönderildiğimi tam olarak anlamalıydım.

TESADÜFEN...Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin