Şaşkınlıkla elimi yüzüme götürdüm. Yüzümün tam ortasında tükürükle harmanlanmış pirinç taneleri ve daha başka adını bilmediğim şeyler vardı. Başta şaşkınlığın verdiği etkiyle olsa gerek bir süre öylece kalmıştım. Aynı bakışların chin ho’da da olduğunu görüyordum ama onda ki şaşkınlık çok uzun sürmemiş hemen arkasından suratıma bakarak kahkahalarla gülmeye başlamıştı.
Belki de bu kahkahaları beni kendime getirmiş olacak ki öfkeyle oturduğum yerden kalkıp “Geri zekâlı!” diye bağırdım. Daha yemek yemeği bile beceremiyorsa ne işe yarardı bu şapşal? Chin o benim söylevlerimle gülmeyi bırakıp “Ne dedin sen!” diye gürledi. Onu gürleyişine aldırmadan arkamı dönüp kendimi odadan dışarı attım. Onun beni görmez, aldırmaz, aşağılar tavırlarına tahammülüm kalmıyordu artık.
Hayır; sorun bu değildi. Sorun ben ne zaman boyumdan büyük bir laf etsem o her zaman anı bozuyor ve beni deli ediyor olmasıydı. Sürgülü kapıyı öfkeyle çektiğimde hemen karşımda duran adamla afalladım. Ne ara young jea dışarı çıkmıştı ve geri dönmek üzereydi anlayamıyordum. Onun meraklı bakışlarına karşılık “Senin ağabeyin yemek yemeyi bilmez mi?” diye çıkıştım.
Sanki young jea’nın bir suçu varmış gibi. Onun o her zaman ki gülümseyişiyle düşüncelerimden sıyrılıp yüzüne baktım. Nasıl kardeşti bunlar. Birinin yüzünde bir nokta bile yokken diğerinin yüzü pütürlüydü. Biri inanılmaz derece de ince iken diğerinin omuzları olabildiğine genişti. Biri tam bir şapşalken diğeri…
“April sorun nedir?”
Young jea’nın endişeyle bakan yüz ifadesiyle kendimle yaptığım konuşmaya ara verip dikkatle yüzüne baktım. Gözlerini kısmış yüzüme bakıyordu. Dahası gülmemek içinde kendini kasıyordu. Elimi istem dışı yüzüme götürdüm. O iğrenç yemek parçacıkları hala yüzümde duruyordu ve Young jea gülmemek için kendini zor tutuyordu. Öfkeyle onu iteleyip tuvaletin yolunu tuttum. Hiç bu kadar bir şeye kızdığımı hatırlamıyorum.
Chin ho…
Her defasında patavatsızca konuşmuyor mu beni deli ediyor. Beni sevdiğini nasıl idea edebilir ki? İçimden arsız kız desem de garip hissettiriyordu kendimi. Önümde ki masayı iteleyip oturduğum yerden kalktım. Kendimi bomba gibi hissediyordum. Daha ne kadar evimden ayrı kalacaktım ki.
Hemen ileride duran young jea’nın ceketine uzandım. Annemi babamı ve hye su’yu deli gibi özlediğimi henüz yeni kabul ediyordum. Ceketten telefonu çıkarıp arama kaydına girdim. İlk aranan numara insanı şaşırtabilirdi. Hye su yazıyordu. Young jea’nın hye su adın da bir arkadaşı olabilir miydi? Merakıma yenilip numarayı tuşladım. 4.çalışta açılan telefonla nefesimin kesildiğini hissettim. Bu nasıl…
“Young jea bir sorun mu var?”
Ses öylesine keskin ve canlı geliyordu ki nefesi kesilmişti. Onun öldüğünü söylemekte neyin nesiydi? İçeri gülerek giren young jea ile bakışlarım ona kaydı. Telefon elimde öylece kala kaldı. Young jea’nın ise gözleri hayretle açılmış bana doğru bir adım atmaya yeltendiği sırada sessizliğimi bozdum.
“Bu ne tür bir oyun!” diye bağırdım hem telefonun ucundaki gayet canlı yaşayan kıza; hem de karşımda bana uzanmaya çalışan young jea’ya. İlk konuşan young jea oldu…
“Seni korumanın en iyi yolu buydu…”
Gözlerim hayretle açıldı. Beni korumaktan bahsediyorlardı. O talihsiz olaylardan beni nasıl koruyabilirdi. Telefonun ucundan gelen sesle düşüncelerime hâkim olmaya çalıştım.
“Chin ho. Sakın aptal gibi davranayım deme. Olduğun yerde kal ve young jea’yı dinle…”
Hye su ne ara emir vermeyi öğrenir olmuştu. Telefonu kulağımdan çekip öfkeyle young jea’ya fırlattım. Ama hedefim yine şaşmıştı. Yavaşça içeri süzülen kızın kafasına gelmişti. Acıyla bağırdığı. Diğer yandan da öfkeyle dönmüş bana bakıyordu. Harika bir de bu eksikti. Ağız tadıyla öfkelenemiyordum bile. April başını tutarken kıza zarar verdiğimi önemsemeden bağırmaya devam ettim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TESADÜFEN...
Storie d'amore“Aprıl 21 yaşında üniversite okuyan genç bir kızdı. 3 yıllık üniversite hayatı boyunca yapmadığı çapkınlık kalmamıştı… peki bir gün sevilmeyeceğini bile bile severse ne olur?”