(MERHABA STANFORD ÜNİVERSİTESİ…)
“April…” dedi annem yarı uykulu halimle başımı kaldırıp tepemde dikilen anneme baktım. Gece geç yattığım için (annemin yarın doktora gideceğiz erken yat söylemlerine aldırış etmeden…) kendiliğimden değil de annemin bağırışlarıyla uyanmak zorunda kalmıştım yine. Bir iki kendi çapımda söylenmemin ardından paytak adımlarla elimi yüzümü yıkamaya gittim. Annem sanki tek başına doktora gidemeyecekmiş gibi beni uyandırıyordu. Aslında bu durumda sonuna dek haklıydı da yeni bel ameliyatından çıktığı için ne doğru düzgün oturabiliyor ne de yürüyebiliyordu. Zor bir ameliyattan çıkmıştı annem; ayağında oluşan felç’i bile atlatarak hem de… Küçük çapta hazırlanmanın ardından bir şeyi fark ettim. Yüzümün yarısını bile durulayamadan eğildiğim lavaboda hızla doğruldum. Bunu nasıl unutabilmiştim.
Akan suyu hızla kapatıp annemin yanına koştum gözümü yakan sabun bile şuan önemli değildi. Annem bir bana bir suratımın sabunlu haline bakıp ne oldu bakışı atarken; Bugün saat tam 12 de açıklanacak olan sınav sonuçlarını hatırlattım. İçime oturan öküz büyüklüğünde ki korkunun da varlığını çaktırmamaya çalışıyordum ama diğer yandan ya kazanamazsam demekten de kendimi alamıyordum işte. Hayatımızı belirleyen şu saçma sapan SAT sınavına içimden sevgilerimi iletmeyi kendime bir borç biliyordum. Annem kayıtsız bir şekilde başını salladıktan sonra yüzüme bir kez daha bakıp “Elini yüzünü düzgün bir şekilde yıka da çıkalım artık.” Dedi. Ağrısı olduğu her halinden belliydi.
Hızla giydiğim kıyafetin uyumuna bile bakmadım annem hasta olduğundan bu yana yani 28 Haziran 2010 tarihinde ağrısı başlayıp 30 Haziran 2010 tarihinde apar topar ameliyata alındıktan sonra hiç bir şeyin bende önemi kalmadı. Sadece önemli olan şey annemdi. Oysa ben cehennemin dibine bile gitmek istiyordum. Newyork’tan nefret ettiğimi size söylemiş miydim? Herkesin bayılıp ayıldığı bu koca kendini beğenmiş şehir nedense bana hem dar hem de sıkıcı geliyordu. Barların olduğu bir sokakta yaşıyor olmakta buna dâhildi. Alkolün dibine vurabilirdim. Bir süngerden farksız olarak içebilirim ama hayatımda eksik olan bir şey vardı ve bu eksikliği üniversiteye birlikte gitmek için tüm puanımı yaktığım sevgilim Sam bile dolduramıyordu.
Doktor kontrolü anneme yazılan ilaçlar derken sonuçların açıklandığını biliyordum teker teker arkadaşlarım mesaj atıyordu. Eve gitmek ve o beni deli eden bilgisayarı açmak istiyordum. Bilgisayar gayet pahalı ve son modeldi ona bir şey diyemem doğrusu ama eski masaüstü bilgisayarımı özlüyordum işte… Onun açılması için yumrukladığım zamanlar bana daha eğlenceli geliyordu. Çok şiddet yanlısı değilimdir ama lise 2 ye kadar karıştığım kavgaların haddi hesabı yoktu. Şimdi diyebilirsiniz Newyork’ta böyle bir serserinin ne işi var diye özellikle bir bayan… İşte tüm problem burada benim bu saçma sapan elit insanların arasında ne işim var? Hiçbir zaman onlar gibi olamadığım halde bana hep İngiliz asilliğini yesinler senin dediler… Kim ben İngiliz? Hem de asil? Onlarla hep içimden dalga geçtim, dışımdansa sadece sırıttım. Benim en iyi kim olduğumu bilen sam di sanırım. Her şeyimi bilip beni adım adım takip etmeyi başarırdı.
Eve girip açtığımda bilgisayarı beklediğim olmuştu sam’in iki yıl okuyacağı üniversitenin yakınlarında bir yerde bir bölüm kazanabilmiştim. Annemin üzerine atlayıp sevinçle “Stanford üniversitesi…” dedim. Ama Anneleri bilirsiniz Amerika’nın en iyi 7. Üniversitesini kazanmış olmanız bile yeterli değildir. Onlara göre neden Harvard yâda Yale değil de Stanford üniversitesi olur. Annemin bu tutumunu kafaya takmadım bile ben üniversiteyi kazanmıştım daha bundan önemlisi ne olabilirdi ki? Tabi şu son derece yüksek okul harçlarını saymazsak. Bana göre tek problem buydu. Amerika da üniversite harçları son derece fazlaydı. Annemin ne söylediğinin bir önemi yoktu ben yeni yetme liseden mezun olan kişi olarak internet aracılığıyla daha gitmeden kendime fazlasıyla arkadaş edinmiştim. Güzelliğim her zaman başa belaydı ama ben bu güzelliğimden asla şikâyetçi değildim. İstediğim adamı istediğim zaman elde edebiliyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TESADÜFEN...
Romantizm“Aprıl 21 yaşında üniversite okuyan genç bir kızdı. 3 yıllık üniversite hayatı boyunca yapmadığı çapkınlık kalmamıştı… peki bir gün sevilmeyeceğini bile bile severse ne olur?”