15.bölüm…
APRİL…
Elimde tutuğum kitaba bakmaktan çok yatakta bir şeyler okuyan adama bakıyordum. O kitap okurken bile farklı ve yakışıklı gözüküyor. İstem dışı ona bakıp sırıtırken bakışlarını bana çevirip gözlerini kıstı. Zaten minicik olan gözleri iyice kısılırken dudak büzüp “ne?” dedim. En azından Korece birkaç kelime öğrenmenin keyfiyle söylüyordum ne kelimesini…
Bir süre suratıma öyle baktıkta sonra başını yeniden kitaba çevirdi. Bu sinir bozucuydu. Alfabeler aynı olmasına rağmen ben sayfanın yarısına geldiğimde o 3.sayfayı çevirmekle meşgul oluyordu.
Bir hafta içerisinde en azından alfabesini anlamış okumaya geçmiştim. Tek sorun kelime haznemdi ve ben inatla chin ho’nun anlatmasını; öğretmesini isterken o inatla young jea’yı üzerime salıyordu. Aslında bundan pek şikâyetçi değildim.
Young jea inanılmayacak derece de sabırlı biriydi. En son yaptığı şeyleri de hızlı bir şekilde telafi ediyordu. Ben kitaba bakışlarımı zorlada olsa çevirdiğimde chin ho öfkeyle kitabı kapattı. Bakışlarını bana yeniden çevirip “buraya bak!” dedi. Sesinde ki öfke insanın iliklerine işleyebilirdi ama bana sökmüyordu.
Yüzüne yaklaşıp “çünkü ben istiyorum… En önemlisi bunu sende istiyorsun.” Dediğim gün tek parmağını alnımın tam ortasına yerleştirip beni iteledikten sonra “ancak rüyanda görürsün bunları.” Diyip sırtını dönmüştü.
O gün bu gündür de bağırmaktan geri durmuyordu hem de sebepsiz yere. Denizkızı adlı kitabını bırakıp (evet doğru bildiniz o birinci sınıfların okuduğu kitap ve birinci sınıflar benden daha hızlı okuyor…) “yine ne var?” dedim. Bu sefer odadan postalamak için ne saçmalayacaktı bakalım derken elini karnına koyup “Acıktım ben. Git bana çorba getir.” Dedi.
Tam ağzımı açıp ben senin hizmetçin miyim diyecektim ki sözlerimi young jea çalıp aynı şekilde söyledi. Sürgülü kapıyı kapatıp abisine gülümsemeyi de ihmal etmiyordu. Bakışlarım sözlerimi çalan adama kaydığın da istemeden gülümsedim. Abisinin aksine insana yinede güven veren bir hali vardı.
CHİN HO:
Young jea’nın son zamanlarda beni deli ettiğini söylemiş miydim hiç size? İçeri girip de kızı korumakta neyin nesi oluyordu. Öfkeyle ona baktığımda April’ın da ona baktığını fark ettim. Kız onun gülümseyişine karşılık fazlasıyla samimi bir gülümsemeyle karşılık veriyordu. Kaşlarımı çatıp o anı bozmaya çalışarak. “Ben açım gidin ve bana çorba alın” dedim. Benim sözümle ikisinin birbirine olan gülümsemesi yüzlerinde donmuştu.
Young jea ellerini cebine sokup “ben getiririm.” Dediğin de lafını kesip “hayır o boş kalfa getirecek!” dedim. Diğer yandan da başımla kapıyı işaret edip “ne duruyordu” dedim. Kocaman gözlerinin kısılıp öfkeyle bana baktığını fark ettim. Sonunda o bakışlarda bir öfke yakalayabilmiştim.
Ne yaparsam yapayım inatla bana şefkatle bakan kız sonunda kaşlarını çatmış bakıyordu. Çok geçmeden dışarı çıktığın da elimdeki kitabı açıp yeniden okumaya başladım ama young jea tam bir avukat gibi başıma dikilmişti.
“ona fazla sert davranmıyor musun?”
“hııı? Kime?”
“şaka mı yapıyorsun şimdide az öne hizmetçinmiş gibi davrandığın aprildan bahsediyorum.”
“ben insanlara hiçbir zaman hizmetçi gibi bakmadım.”
“peki, April’a ne gözle bakıyorsun?”
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TESADÜFEN...
Romance“Aprıl 21 yaşında üniversite okuyan genç bir kızdı. 3 yıllık üniversite hayatı boyunca yapmadığı çapkınlık kalmamıştı… peki bir gün sevilmeyeceğini bile bile severse ne olur?”