Atlantis ağzından:
Derler ki; Bir inanca göre insanlar, tanrıların ve tanrıçaların önceki yaşamlarının olduğunu, önceden bizlerin insan olarak var olduklarına inanırlarmış. Bir kez ölmüşüz ve bu ölüm bizler için bir başlangıçmış, ödülmüş. Ama ölüm karşılığında geçmişinin hatıralarını alırmış.
Bizlerin nasıl seçildiğine gelirsek, derler ki; Önceki yaşantımızda büyük bir fedakarlık yapmışız. Doğa Ana tanrı ve tanrıça olacak kadar yürekli, asil ve güçlü kişileri seçer ve Ay'ın onları kutsamasını sağlarmış. Bu kutsama ancak ruhumuz bedenimizden ayrılmadan önce gerçekleştirilmiş. Hiç ruhu bedeninden ayrılıp sonradan kutsanmış hortlayan tanrı ya da tanrıça tanımıyorum şimdiden söyleyeyim. Hem bunlar inanca göre değişen şeyler ama illa gerçekse hortlama konusunda Anubis'i örnek verebiliriz değil mi? Sonuçta kendisi Ölüler Çocuğu, Bay Hortlak. Bu iş için biçilmiş kaftan olduğu kesin.
Bendis ise Mitolojisinde Ay Tanrıçası olarak bilinir, ta ki bana özeliğini devredene kadar öyleymiş. Buna rağmen Bendis Ay'a bir türlü hükmedebiliyormuş. Bu yüzden ay sadece Doğa'nın hükmüyle belirlenen özel insanları hayata döndürüyormuş. Sonra bu fedakarlıklara göre 12 ayrı özeliğe bakarak ölüm sonrası yeni doğan tanrı ve tanrıçaların tanrı olan babası ve tanrıça annesi belirleniyormuş. Ruh ve beden tanrı baba ve tanrıça annenin Ay hükmünde ellerinde yeniden doğuyormuş.
Okera, yani annem bir gün geleceği öğrenmek isteyince ve bu isteği gerçekleşince katliama sebep olacak şeyler yapmaya başlamış. Ağaçlardaki kötü ruhlar sorun çıkartmaya başlamış. Yalnızca bir kişi buna son verebilirmiş. Ay son kutsamasını Doğa Ana'nın emriyle o zaman gerçekleştirmiş. Derler ki: Ay'ın kutsadığı küçük bir çocukmuş. Fakat kim olduğu, nerede olduğu... bu konu hakkında hiçbir şey bilinmiyor. Tarih kitaplarından bu bilgi sonsuza kadar silinmiş.
Dünya'nın oluşumundan günümüze kadar geçen bu zaman arasındaki tarih kitaplarına göre Ay ilk su bükücü olarak bilinir. Yani su elementin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Gelgitleri kullanarak suya hükmeder, hayat verir. Canlılara hayat sunar. Ama Ay görevini yapamayıp yorulmaya başlayınca kendisine hükmedecek tanrı ve tanrıça arayışına düşer ve bulur. Bu tanrı ve tanrıçalar zamanla değişerek görevini başka tanrı ve tanrıçalara devretti. Bende bunlardan sonuncusuyum. Sonsuz bir yaşamla doğdum ama bunu sürdüremezsem yok olacağım. Ablam ise kötü ruhlu ağaçların ayaklanmasıyla dünyayı alevler içinde yok olmaktan kurtaran kişi. Tek sorun bunun için hayatını vermiş olması.
Ruhu bedeninden ayrılınca bedeni kül olup rüzgar tarafından külleri bir daha birleştirmeyecek şekilde denizin dört bir köşesine dağıtılarak hiçliğe karıştı. Ruhu ise geriye kalan tek parçası olarak Düşler Kuyusu'na Ruhsarlar tarafından hapsedildi.
Düşler Kuyusu siz yaşayanların asla gidemeyeceği bir yerdir. Oraya gidecek bile olsanız giden ölümlüler bir daha asla dönememektir. İşin garibi ise her ay yüz insan oraya gitmek zorundadır. Bu insanlar özel olarak seçilir ve hiçbir iz bırakmaksızın ortadan sonsuza dek kaybolurlar. Ruhsarlar'ı hiç görmek nasip olmadı çünkü yaşadıkları yer olan Düşler Kuyusu ölümlüler gibi bizim içinde çok tehlike barındırır. Tahminimce insanları beslenmek için kullanan bu canavarların kölesi olup ölümsüzlüğümüzden beslenmesine izin vermek aptallık olur.
Ve şimdi ise Düşler Kuyusu'nda ablamı bulmalıyım. Belki de bu ablamı son görüşüm olabilir. Yaptığım büyülerle gelen zararlar pek iyi değil ve buna tam gazla devam ederken içimdeki bir şeyleri de öldürüyor. Anubis ise bu konuyu normal karşılamakta oldukça kararlı. Umursamaza yatıp umursaması biraz tatlı sanırım. Ve bu onun tek pozitif yanı.
Düşler Kuyusu'nda hemen sabah vakti gitmek için harekete geçtik. Ölüler Çocuğu'nun bu konuda hiç memnun olmadığı bir gerçek. Zümrüt Sarayı'ndan çıkmadan önce ve sonra baya söylendi, hiç durmuyor ki. Ne dediğini merak ediyorsanız genel olarak şöyle özetleyebiliriz:
''Hepimiz öleceğiz!''
''Öleceğiz, lanet olsun.''
''Bak bu sefer öleceğiz.''
'' Yüce Osiris! SOS!''
Erken kalkıp Düşler Kuyusu'na gideceğimizi duyduktan sonra kendini kaybetti. Nasıl bir travma yaşadıysa artık. Kafasını bir yere vurmadığı kalmıştı. Ve sanırım işini azıcık ciddiye alan bir tanrı bulmak konusunda ben de ümidimi kaybettim.
Düşler Kuyusu'na giden yol kırık tümseklerin ve inişli çıkışlı tepelerin bulunduğu dar bir araziydi. Bu mekanı tanımlayacak en iyi tabir, 'engebeli ve vahşi bir güzellik' idi. Buraya gelen her yolcuya fetih duygusu yaşattıran ezici bir bozkır hissi vardı. İnsanın, sanki herhangi bir noktaya bakan ilk kişi kendisiymiş gibi hissetmesini sağlıyordu. Ve yaban arazilerde her zaman olduğu gibi, maceranın heyecanıyla birlikte, bir parça tehlike gelirdi...Gerçi ağaçların seslerine bakarsak kesinlikle tehlike içerisindeydik ve bu seferki ciddiydi. Zaten ölüm kalım savaşında hayat için nefeslerimizi zorluyoruz. İşin kötüsü ise ben de ölüme her geçen gün daha da yaklaştığımı hissediyorum.
''Atlantis düşüncelerine bir son ver. Düşüncelerini okuyamamam ne düşündüğünü anlamamamı engellemiyor. Biliyor musun, bilmiyorum ama gayet yakışıklı bir medium olabilirdim.'' dedi göz kırparak Anubis. Sakin olmaya çalışarak '' Sus. '' dedim, ama beni dinleyen kim? '' Haklısın Gıcık Kız. Yoksa Kraliçe Elizabeth mi demeliydim? Huzurunuzda olmak benim için büyük bir onurdur. Emrinize amadeyim. '' reveransla Anubis selam verdi. Göz devirdim.
''Hey, ölüler çocuğu kölem olacaksan bir daha uygun bir zamanda söyle. Ölüme bu kadar çok yaklaşmışken değil! '' dememle yer sallanmaya ve bizde üstünde olduğumuzdan yerle birlikte sallanmaya başladık.
Düşler Kuyusu'nun tam merkezine kadar indiğimiz için daha dikkatli olmamız gerekiyordu. Peki biz ne yaptık, kendimizi ele verdik. Anubis kaşlarını çatmış fakat sakin bir şekilde ''Ne oluyor, ben yerleri sallamıyorum.'' şeklinde bakış atıyordu. Şu an hepimizin beklediği duruma asıl uyacak sözü söylemesi gerekmiyor muydu? Hani ne oldu ''hepimiz öleceğiz'' lafına?
Gözlerimi kırpıştırdığımda önüme Azrail ordusu gibi giyinmiş cübbeli kişiler çıktı. Tamam arkadaşlar cübbeliler ama bu cübbeliler sizin avukatlara hiç benzemiyor. Yüzleri tam seçilmese de yaratığımsı şeylerdi bunlar. Kimin bu işte parmağı var bilmiyorum ama bu cübbelilerin hortladıkları kesin.
Anubis' in küfretmesiyle kendime gelip o tarafa döndüm ve bir cübbeli adamla göz göze gelmemle ortalığın silinip başka bir görüntü oluşturması bir oldu. İstemsiz olarak çığlık attığımı hatırlıyorum. Burası neresiydi?
♣ ♧
Teşekkür ederim!
Umarım yazdıklarımı severek okumuşsunuzdur.
Köşedeki yıldız parlamayı bekliyor...
Korktuğunuzu düşünmelerine asla izin vermemelisiniz.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
UYUYAN DAĞ
FantasySarkaç, ışık ve karanlık arasında sallanıyor. Işık, bölgelerinde sanki kalın karanlık bukleler gibi kıvrılırcasına hareketli. Gizemin kapısı, tanrıların zayıflığının dokunuşuyla açılır ve karanlığın alemlerine girilir. Bir yanlış adım, bir araya ge...