İyi okumalar.😘
Yattığım yerden kalktım ve Myung-Dae'ye döndüm. O da oturduğu yerden kalkmıştı. Onunla uzun zamandır görüşmüyorduk ve ben onu fazlasıyla özlemiştim. Bir süre birbirimize baktık. Daha sonra aynı anda birbirimize sarıldık.
"Seni özledim."
"Ben de seni."
Tam o sırada kapı açıldı. O kişi her kimse benim arkam dönük olduğu için göremiyordum ama Myung-Dae'nin bakışları hiç de iyi değildi. Arkamı döndüğümde bir eli hâlâ kapı kulunu tutan, daha doğrusu ölümüne sıkan Jungkook'u gördüm. Bir ara kapıyı kapatıp çıkacak gibi oldu ama sonra vazgeçip içeri girdi.
"Nasılsın Myung-Dae? Görüşmeyeli yıllar oluyor." dedi.
Üçümüz de aynı ortaokulda okumuştuk. Myung-Dae benim kolumdan tutup yanına aldı. Ama Jungkook benim diğer kolumu tutup kendi yanına doğru çekti. O sırada Myung-Dae diğer kolumu çekti ve aralarında durmamı sağladı.
Myung-Dae Jungkook'a bakıp sırıttı.
"Ne o? Soo Hyung'a olan aşkın hâlâ bitmedi mi?" dedi.
Vay be. Ben hariç herkes bana aşık olduğunu biliyormuş demek. Bu sefer Jungkook sırıttı.
"Galiba siz çıkıyorsunuz. Birbirinize sarılmacalar felan. Hayırdır? Hani arkadaştınız?" dedi.
Myung-Dae bir şey diyecekken öne atıldım.
"Öyleyiz zaten."
Birden eliyle tuttuğu kolumu çekti ve beni kendi yanına aldı.
"O zaman neden sarılıyordunuz?"
Geri çekildim.
"En iyi arkadaşlar birbirlerine sarılanilirler. Özellikle de yıllardır arkadaşlarsa ve bu arkadaşlık kardeşliğe dönmüşse. Ayrıca neden size hesap veriyor muşum? Benim neyim oluyorsunuz da beni sorguluyorsunuz?"
Elini saçlarının arasından geçirdi ve bana yaklaştı ve: "Benimle resmi konuşmanı istemiyorum Soo Hyun!" diye bağırdı.
Ona inat ben sakin davrandım: "Bu sizi ilgilendirmez Bay Jeon."
Myung-Dae benim kolumu tuttu ve kendine çekti: "Dışarı çıkman bence senin için daha iyi olur." dedi.
Onu daha fazla zorlamadan kapıyı kapatarak odadan çıktım. Boğuk gelen bağırış sesleri beni her ne kadar rahatsız etse de kapının önünde dikilecektim.
Bir süre sonra bir şeyin kırılma sesi geldi. Ardından da bir inleme. Aceleyle kapıyı açtım ve içeri girdim. Gördüğüm manzara ile resmen çıldırmıştım. Myung-Dae kolunu acıdığından sıkıyordu.
Koşarak Myung-Dae'ye bir şey fırlatmak üzere olan Jungkook'un önüne geçtim. Her ne attıysa o kadar sertti ki yerle birleştiğimi iddia edebilirdim.
"Soo Hyun!"
"Soo Hyun!"
İkisi de aynı anda benim yanıma gelmişlerdi.
"Sen ne yaptığını sanıyorsun ha!?" diye çıkıştı Myung-Dae Jungkook'a. Daha sonra bana dönüp: "Neden böyle bir şey yaptın Soo Hyun!? Olan bana olsaydı ya!" dedi.
İkisini de umursamayarak ayağa kalktım.
"İçeri girmeyip engel olmasaydım kendinizi hastanelik edecektiniz. Ne yani engel olmayayım mı? Şimdi Bay Jeon, sizi odadan dışarıya alayım."
Bana yalvarır gözlere baktı: "Ne yani, beni kovuyor musun? Soo Hyun. Lütfen konuşalım."
Gözlerimi o hariç her tarafta gezdirdim. En sonunda ona döndüm.
"Kısacık ama?"
Bana sevinç dolu gözlerle baktı ve: "Kısacık!" dedi.
Myung-Dae birden omzumu tuttu: "Dikkatli ol. Her ne kadar kötü bir kişiliği olmasa da dikkatli ol. Tamam mı?" dedi. Gözlerimi devirdim ve ona döndüm. Omzuna iki defa hafifçe vurduktan sonra: "Tamam. Endişelenme sen." dedim.
Hastanenin terasına çıkma kararı aldık ve asansöre bindik. Ama asansöre bindiğimizden beri tuhaf sesler geliyordu. Asıl sorun şuydu: Benim klostrofobim vardı.
Nefesim daralmaya başlamıştı. Tırnaklarıma sıkı sıkıya tuttuğum asansör demirliklerini kazıyordum. Ben iyice panikşerken asansör durdu.
Asanasör durdu...
Asansör...
DURDU...
Beynimde o düşünce yankılanıyordu. Benşm için bin yıl gibi gelen bir saniye ardından ellerim titremeye başladı. Jungkook'a döndüm ve kolunu titreyen ellerimle kavradım.
"Yha, iyi misin?" dedi Jungkook. Ben cevap vermeyince titreyen ellerimle kavradığım kolunu ellerimden kurtararak benim kollarımı tuttu.
"Soo Hyun! Cevap ver!"
Zar zor konuştum: "J..ju..jungkook! B..benim k..k..Klostro...klostrofobim var!" diyebildim.
Jungkook bana döndü. Çok endişeli gözüküyordu.
"Bak derin nefes al. Bak böyle. Nefes al, ver. Tamam mı? Hadi beraber yapalım."
Deniyordum ama işe yaramıyordu. Ağlamaya başladım.
"Lanet!" diye bağırdı Jungkook asansöre tekme atarak. Daha sonra siz çökmüş bana doğru döndü ve yere çönelerek iki eliyle benim yüzümü kavradı.
"Bana bak. İyisin. Tamam mı? Burayı ferah bir yer olarak düşün."
Olmuyordu.
"İ...işe ya...yara..yaramıyor!"
Etrafına bakındı.
"Hah! 3-3-3 kuralını biliyor musun? Etrafına bak ve gördüğün üç şeyin ismini söyle. Ardından duyduğun üç sesi söyle. Son olarak vücudundaki üç bölümü; bileklerini, parmaklarını ve kolunu oynat. İşe yarar belki ha?"
"Ayna, ayakkabı, Jungkook. Iııı... Duyduğum üç ses... Havalandırma sesi, senin sesin, benim sesim." bunları söyledikten sonra birkaç yerimi oynattım.
Sanki yavaş yavaş sakinleşiyordum.
"Bak işe yarıyor. Şimdi derin bir nefes al, ver."
İşe yarıyordu. Bir sür sonra asansör çalışmıştı.
"Şey asansör ne kadardır bozuktu?" dedim Jungkook'a.
"Yaklaşık üç dakikadır."
Öylece kalakalmıştım.
"Ne!? O on üç dakika falan olmasın?"
Hafif kıkırdadı. Teras katına çıkmıştık. Hâlâ o kadar zamanın sadece üç dakika olduğuna inanamıyordum.
"Eminsin değil mi?" dedim.
Yine kıkırdadı ve yanağımı sıktı: "Hadi geç otur şuraya güzellik."
Jungkook da hikayeye girdi. Sizce nasıl gidiyor hikaye??
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İlk Hastam: Park Jimin
FanfictionKahvenin tonundaki gözleri öyle güzeldi ki bir an içinde kaybolacağımı sandım...