Sınavlarım bitti ve hemen yeni bölüm yazdım. İyi okumalar.😘
"Buna inanacağımı felan düşündünüz herhalde Jimin Bey?" dedim ama o bana yalan söylemiş gibi bakmıyordu.
"Ben... Neyse. Şaka yapmak istedim sadece ya!" diye şakaya vurunca olayı üstüne gitmedim ama ben ona her ne kadar inanmamış gibi cümle kursam da gözlerini bana "Yalan değil, bu söylediklerim gerçek!" diyordu.
Bir süre sessiz sessiz bakıştık. Daha sonra konumumuzun farkına vardım ve öksürerek kıprıdandım. Gitmemem için iki yanıma koymuş olduğu kollarını ben öksürünce çekti.
Utandığım için hemen önünde eğilip odadan çıktım. Hani o kadar heyecanlanırsınız da içiniz yanıyormuş gibi olur ya. Onun iki belki de üç katı yanıyordu içim.
Koşarak tuvalete gittim ve elimi yüzümü yıkayıp aynadan kendime baktım. Kıpkırmızı olmuş yüzüm sanki hafif açılmıştı.
Kyung Mi Hoca'dan izin isteyip eve gitmeye karar verdim. Çünkü son birkaç gündür gerçekten yorulmuştum.
Kyung Mi Hoca'nın odasına girmek amacıyla kapıyı tıklatmak için elimi kaldırdım ama kapının içeriden açılmasıyla elim havada kaldı. Kapıyı açan kişi Jang Mi'ydi.
"Yine sana zarar verdim diye başım belada! Peki soruyorum sana! Baylar bayanlar, sizlere de soruyorum! Neden bu sadece Soo Hyun'da oluyor?!"
Kafayı yemiş olması lazımdı. Koridorda hiç kimse yoktu ama o ortalığa boş boş bağırıyordu.
"Ama bir dakika daha bitmedi! Sormayacak mısın?"
Gözlerimi devirip ona döndüm ve: "Neyi?" dedim.
"Daha önce senin yüzünden ne kadar büyük bir belaya bulaşmış olabileceğimi tabii ki! Bilmiyorsundur sen şimdi tabi!"
Onu takmadım ve bu saçmalamalarını geride bırakıp Kyung Mi Hoca'nın odasına girdim.
"Şey, Kyung Mi Hocam..." dedim.
Bilgisayara bakan gözlerini bana kenetledi.
"Her ne isteyeceksin bilmiyorum ama izin veriyorum. Tabi büyük bir şey değilse." dedi. Tekrar gözlerini bilgisayar ekranına çevirdi.
"Yok! Yani büyük bir şey değil. Sadece ev için izin isteyecektim." dedim.
"İzin falan alma. Ben seni var sayarım sen onu sıkıntı yapma. Yoruldun sonuçta. Git biraz dinlen." dedi. Teşekkür ederek odadan çıktım.
Eve geldiğimde anneme yorgun olduğumu söyleyerek odama girip kendimi yatağa attım...
******
Çalan telefonumun sesine uyandım ve gözlerimi açmadan elimi yatağımın komidinine uzattım. Uzun uğraşlar sonucunda bulduğum telefonumu elime alıp çeyreğini açtığım gözlerimle arayan kişiye baktım: Myung-Dae.
Telefonu açtım ve kulağım ile yastığımın arasına sıkıştırarak gözlerimi kapattım.
"Soo Hyun! Neden cevap vermiyorsun?! Evin zilini çaldım hiç kimse açmadı. Bari telefonlarıma cevap verseydin. Bu kaçıncı aramam biliyor musun?! Çok endişelendim!"
"Sakin ol Myung-Dae. Uyuyordum. Evdeyim ben. Biliyorsun annemin acil işleri çıkabiliyor. Yine gitmiştir. Sen niye bu kadar sinirlisin?" dedim uykulu sesimle.
"Onu bırak da... Evin önündeyim ve sanırım birazdan donacağım. Yaklaşık yarım saattir kapıdayım. Beni içeri alsana."
Gözlerimi kocaman büyüttüm.
"NE!? Hemen geliyorum kapat telefonu!" dedim. Koşarak kapıyı açtım.
İçeri girdiğinde her tarafı kıpkırmızı olmuş bir Myung-Dae ile karşılaştım.
"Çabuk içeri geç! Çatlak! Ne diye kapımın önünde duruyorsun?!"
Bana hiçbir şey demedi.
******
Salonda oturmuş Myung-Dae ile dizi izliyorduk. Yine saçma konular açmış ve yine saçma şeylere gülmüştük. Sonrasında ise televizyonu açınca ikimiz de diziye odaklanmıştık.
Ama ben, onun yüzünü incelemekle meşguldüm. Myung-Dae'nin yüz hatlarını çok seviyordum ve amacım sadece sevdiğim için bakmaktı. Sonuçta biz arkadaştık.
Bir süre sonra gözlerini izlediği diziden ayırmadan: "Daha ne kadar bana bakmayı planlıyorsun Soo Hyun?" dedi.
Kıkırdadım.
"Bilmem. Hoşuma gidiyor. Yüz hatların yani."
Bana döndü.
"Ve?"
"Ve?.. Ve'si mi vardı ki?"
"Bilmem."
Aklıma gelen şey ile Myung-Dae'ye döndüm.
"Myung-Dae."
"Efendim?"
"Neden Jungkook ile kavga ettiniz?"
Bana cevap vermeden ekrana döndü.
"Ben çok sıkıldım başka ne yapsak başka?" dedi benim ona sorduğum soruyu umursamayarak.
"Sana bir soru sordum Myung-Dae. Ne konuştunuz ki sonuç kavgaya vardı?"
"Seninle de zıtlaşmamı istemiyorsan Soo Hyun, bu sorunu ertele. Hatta yapabiliyorsan, hiç sorma. Tamam mı?" dedi beni tersleyerek.
Onun sinirine karşılık ben sakin kalmayı tercih etmiştim.
"Tamam."
Oturduğu koltuktan kalkıp mutfağa gitti. Bense Myung-Dae koltuktan kalktığı için tüm koltuğa uzanarak kafamı yastıklara gömdüm. Aradan uzun süre geçmiş olmasına rağmen Myung-Dae'den ses gelmiyordu. Merak edip yayıldığım koltuktan kalktım ve ayaklarımı sürte sürte mutfağa girdim.
"M..myung-Dae? Ne yapıyorsun sen?" dedim.
Mutfakta bir o yana bir bir bu yana dolaşıp kendi kendine konuşuyordu ve pek de normal bir şey değildi bu. Doğrusunu söylemek gerekirse daha önce Myung-Dae'yi hiç böyle görmemiştim. Benim ona seslenmem ile irkildi.
"Hiç... Soo Hyun bak daha fazla burada kalmak isterdim fakat bazı işlerim çıktı ben şimdi gidiyorum ama sonra tekrar geleceğim. Tamam mı?"
"Şimdi gidiyorum ama sonra tekrar geleceğim."
Söylediği tüm cümle bir yana, sadece bu cümle aklımda yankılanmıştı. Bu... Tuhaftı. Dejavu gibi. Belki de dejavuydu?
"Soo Hyun? Beni duyuyor musun?"
Dediği şey ile daldığım düşüncelerden kurtulup Myung-Dae'ye baktım.
"Tamam. Ama sen geldiğinde de ben meşgul olabilirim. Yani... Umarım tez zamanda görüşebiliriz."
Bana gülümsedi ve ani bir hareketle beni şaşırttı: Üstüme atlarcasına bana sarıldı.
Düşmemek için kollarına tırnaklarımı geçirmiştim. Her ne kadar canı yansa da bunu hak etmişti.
Ona kapıya kadar eşlik ettikten sonra evden çıkmak üzereyken bana baktı.
"Mesaj atacağım. Yanındaymışım gibi olacak, göreceksin. Hoşçakal!"
"Umarım öyle olur. Her neyse, hoşçakal."
Sizce Myung-Dae Soo Hyung'dan ne saklıyor olabilir?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İlk Hastam: Park Jimin
FanfictionKahvenin tonundaki gözleri öyle güzeldi ki bir an içinde kaybolacağımı sandım...