Tuğçe, zaten çok yüksek olmayan merdivenleri, ikişer üçer çıkarak geçmişti. Kapı aralıktı. Bunu görünce derin bir oh çekti. O hızla evden çıkarken anahtarı almakla vakit kaybetmemek için kapının dilini yerine oturtmadan bırakmıştı. Kapı kendiliğinden kapanabilir ya da ardına kadar açılabilirdi. Neyse ki hafif açılmış diye düşündü. İçeri girmesiyle önce, kızkaçıran gibi üst üste gelen patlamalar , küçük çaplı bir kalp krizi geçirmesine neden oldu. Çok korkmuştu. Havaya saçılan rengarenk konfetilere anlam vermeye çalışırken, kağıtların yere dökülmesiyle Kerem' in yeşil gözleriyle buluştu gözleri. Sonra bir alkış kıyamet. Etrafındakilere bakınca yaşadığı şok katlanmıştı. Annesi, babası ve Kerem' in ailesi. Ne olduğunu anlamaya çalışırken vakit kaybetmesine izin vermeden Kerem, dizleri üzerine çökmüş ve yüzük kutusunu açmıştı bile.
- Başıma neler geldi bilemezsin. Bodruma filan gittiğim yoktu sana evlenme teklif etmek için herşeyi hazırlamıştım. Pankartlar, fişekler herşey tamamdı. Sonra ne oldu biliyormusun. Arabayla saçma sapan bir virajı alamayıp denize uçtum. Evet neredeyse ölüyordum. Allahtan iyi yüzme bilen biri beni sudan çıkartmayı başarabilmiş. Tam 1 hafta bilincim kapalı kalmış Tuğçe. Gözümü açar açmaz seni aradım. Ama sen açmadın. Sonra sakat kalabileceğimi söylediler. 1,5 ay sonra hastaneden çıktığımda sağ bacağım hiç tutmuyordu. Ama ben savaştım. Senin için. Kaç kez düştüm kaç kez kalktım saymadım. Geceleri bacağımın ağrısına dayanamayıp , ağlardım. Annem duymasın diye de başımı yastığa gömerdim,ki ertesi gün ayağa kalkmama engel olmasın . Kaç kez seni aramak istedim. Kaç kez hiç düzelemem de seni kendime mahkum ederim diye vazgeçtim. Bilemezsin. Ödüm koptu başkasını seversin diye. Eline başkasının eli değer, diline başka bir isim düşer diye. Şimdi sapasağlam karşındayım gönlümün güzeli, varmısın beraber bir ömür geçirmeye.
Tuğçe bin yıllık ömrü olsa tekrardan böyle bir şok yaşabileceğini sanmıyordu. Ve işte yine boyundan büyük düşünüyordu. Beklenmedik şeyler en tahmin edilmeyen zamanlarda olurdu. Başını kaldırıp annesi Mine Hanım'a baktı. Gözünde yaşlar, yüzünde gülümsemeyle izliyordu. Babası da aynı şekilde. Belliki onların rızası vardı bu işe. Kerem' e baktı. Onu hiç ağlarken hiç görmemişti. Yeşil gözleri ,şimdi, ilkbaharda güneşi içine çeken çayırlar, kadar canlıydı. Kirpikleri birbirine yapışmış. Dudakları titriyordu. Ağlayan bir erkeği herşeyden soyutlayıp yakışıklı bulmakta bir anormallik varmı acaba diye düşündü.
Bir cevap vermeliydi. Geçen zamanda Kerem'i ne kadar özlediğini farketti. Başından geçenleri sakladığı için ona çok kızmıştı yinede. Ama hesabını başka zaman soracaktı. Gülümseyerek Kerem'in kendisine uzanmış elini tuttu.
- Evet." Dedi.
Kerem artık kendini tutmayı bırakmış hıçkırıklarla sarsılmaya başlamıştı. Başını eğip ellerini yüzüne kapattı. O kadar insanın içinde bu kadar zayıf görünmeyi hiç istemiyordu. Ama tüm hisleri boşalmıştı bir kere. Tuğçe eğilip Kerem'in sarsılan başını kolları arasına aldı. Kulağına eğilerek.
- Seni seviyorum. Seni çok seviyorum. Yapma artık herşey bitti ve herşey yeni başlıyor. Bundan sonra çok mutlu olacağız. " diyerek. Saçına bir öpücük kondurdu. Kerem'in kokusunu ne kadar özlediğini farkederek. Onunda gözlerinden birkaç damla yaş süzüldü. Kerem başını kaldırdı. O an ,hayatı boyunca gördüğü en güzel kadının Tuğçe olduğuna yemin edebilirdi. Alnına şefkat ve sahiplenme dolu bir öpücük kondurdu. Babaannesinden hatıra parlak yeşil taşlarla, dalga deseni verilmiş zümrüt yüzüğü Tuğçenin uzun, ince, pamuk kadar yumuşak parmağına taktı ve eline bir öpücük daha kondurdu. Ayağa kalktılar. İkiside yaşadıkları duygusal andan dolayı yorgun ama tüm streslerden, düşüncelerden, korkulardan arınmış tamamen huzur içindeydiler. El ele tutuşup gülümseyerek ailelerine baktılar. Kerem hemen annecim babacım diyerek Mine Hanım'ın ve Murat Bey'in elini öptü. Tuğçe'de müstakbel kayınbabası Hasan Bey, kayınvalidesi Feride Hanım'ın elini öptü. Sonra iki ailede biz sizi biraz yalnız bırakalım diyerek mutfakta kahve içmeye geçtiler. Yanlarında Türk kahvesi getirecek kadar tedarikli olmaları Tuğçe' yi çok güldürmüştü. Annesi Mine Hanım her daim kahve tatlı ikilisiyle gezerdi. Birgün çantasından revani çıkarttığına bile denk gelmişti Tuğçe. Mutfağa doğru seslenerek.
- Annecim bir ihtiyacınız varmı. Fincanlar fırının üstündeki dolapta." Dedi Tuğçe.
- Yok kızım biz hallediyoruz. Cevizli sucuk getirmiştim getireyimmi sizede yermisiniz." Diye cevap verdi anneside. Tuğçe'nin kahkahası taaa mutfağa kadar gitmişti. Annesi neye güldüğünü anladığı için cevap vermedi. Gençleri daha fazla kendi konuşmasıyla oyalamak istemiyordu. Mine Hanım tam bir anneydi. Hafif balık etli, al yanaklı, kumral saçlarını ,kıstırmalı tokayla, kıvırarak toplayan, hayattaki tek kaygısı ailesi olan ,dünyanın en sevgi dolu annesiydi.
Kerem oturmak için koltuğa giderken hala biraz aksadığını farketmişti. O belli etmemeye çalışmış Tuğçe' de görmezden gelmişti. Kalbi çok kırılmıştı. Hatta ayrıldıklarında bu kadar üzülümemişti. Kendine kızıyordu. İlişkilerinden çok kolay vazgeçmişti. 3 yıl herşeyimi paylaştım ama demekki hiç tanıyamamışım diye düşündü. Nasıl anlayamamıştı? Niye açmamıştı o telefonu?Neden trip yapmıştı? Off çok ama çok kızgındı.
Koltukta oturan Kerem' in yanına gidip sağ kolunu kaldırıp altına girdi. Sol eliyle çaprazda kalan sol elini, sağ eliyle de omzundan sarkan elini tuttu. Yüzüne baktı.
- Nasıl yaptın? Dedi Kerem' e gülümseyerek.
Kerem uzun uzun, önce ailesinin iznini aldığını sonra yılbaşı zamanında bilet bulmakta ne kadar zorlandığını anlattı. Tuğçe odaya bakmaya ancak fırsat bulabilmişti. Her tarafa saçılmış kırmızı güller. Erken kararan havaya, dışarıda lapa lapa yağan kara inat sımsıcak , içinde yepyeni bir başlangıç barındıran ev.
Büyükler kahvelerini içmiş. Sohpetlerinde, hız kesmeden ,koridoru geçerek yanlarına gelmişlerdi. Sanki 4 tane çocuğu oynamaları için bir araya getirmişler gibi gülmeler hiç bitmiyordu. Hep beraber oturup.Biraz hoş beşten sonra Hasan Bey,
- Eeeee acıktık artık. Kızım bizi nereye götüreceksin yemeğe. Duyduğuma göre çok meşhur ekmekleri, peynirleri varmış. Hepsinden tek tek tattırmazsan, şurdan şuraya gitmem. " dedi gülerek.
Kerem' in aksine orta boylu, seyrek saçlı, tombul, sevimli bir adamdı Hasan Bey. Boğazına çok düşkün tipik bir Türk erkeğiydi.
- Buraya kadar geldik sen boğazını düşün ama Hasan. Kızım sen uyma buna. Birgün kalp krizi geçirecek yerken. İki gün buradayız. Sen bizi Eyfel' e götür. Louvre' ye götür. Notre Dame'a götür." Dedi. Kerem annesine çekmişti. 42 yaşında olmasına rağmen hala çok bakımlı ve güzel bir annesi vardı. Kendi annesine nazaran daha kadınsıydı. Fönlü siyah saçları, kahverengi çerçeve ile sürülmüş kahverengi ve vişne çürüğü arasındaki renkte ruju, en ufak bir titreme olmadan çekilmiş eye linerı. Zayıf bir fizik, deri ceket altına giyilmiş uzun çizmeler. İnsanın kaynanası böylemi olmalı çok emin değildi.
- Tamam. Aklımda harika bir yer var. Etleri çok güzeldir."Dedi Tuğçe.
- oooo bana et de yeter. " dedi kayınpeder göbeğini ovuşturarak.
- Ben giyinip hemen geliyorum o zaman." Dedi Tuğçe. Tam koridora çıkmıştı ki. Annesinin sesini duydu.
- Sahi sen pijamayla nereye gitmiştin kızım." Dedi Mine Hanım.
Başını kaldırıp karşısındaki odaya baktı Tuğçe. Alt dudağını ısırıp, gözlerini yumdu. Bastığı kırmızı halının üzerinde,Mıh gibi çakılıp kaldı...
![](https://img.wattpad.com/cover/132674338-288-k166448.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bal Kabaklı Cheesecake
RomanceTuğçe Paris' te tanışıp büyük bir aşkla bağlandığı kocası tarafından aldatıldığını öğrenir. Bundan sonra ne yapmalıdır. Kolay olan affetmek mi? Herşeyi silip ,çekip gitmek mi?. Eğer çocukları olan bir kadınsanız hiç bir seçenek kolay değildir.