-Kahve ister misin?
Blake, yavaşça gözlerini açıp karşısında duran sarışın kadına baktı. Mavi gözleri, üzüntülü bir şekilde ona bakıyor ve acıdığını belli ediyordu. Blake, gözlerini kaçırdı. Dudağının ucuyla “Hiçbir şey istemiyorum.” Dedi. Kadın, bir iç geçirdi ve oradan uzaklaştı. Blake, sadece yalnız kalmak istiyordu. Yalnız ama aynı zamanda onunla birlikte. Anıları düşündükçe, ağlayası geliyordu fakat hiç göz yaşı kalmamıştı dökecek. Hem ağlasa da, acısı dinmiyordu. Boğazında, gittikçe büyüyen bir yumru onu yutkunmaktan alıkoyuyordu. Ne uyumak ona iyi geliyordu ne de uyanık kalmak. Belki sadece anılar… Düşündükçe acı veren, kalbine yüz binlerce iğne saplayan acılar. Gözlerini kapattı, yeniden ve yeniden uyumak istedi, belki onu rüyasında görür diye. Bacaklarını kendine doğru çekti. Uykuya dalmadan önce “Bu böyle olmamalıydı.” Diye düşündü.
***
“Hayır, hayır yapma!”
Blake, Alona’yı yerden alıp havaya kaldırdı ve kendi çevresinde döndürdü. Alona, artık kahkahalarını içinde tutamıyordu. Blake onu ne kadar hızlı döndürürse Alona’nın çığlıkları o kadar artıyordu. Sonunda durdu ve incinecek bir şeymiş gibi yumuşak bir şekilde onu yere bıraktı.
-Seni seviyorum.
Alona, utangaç bir şekilde gülümsedi. Gülümseyince, yanaklarında iki çukur oluşuyordu. Onun gamzeleri. Daha da güldü. Şimdi göz göze idiler.
-Gerçekten mi? İnanmıyorum.
-İnansan iyi edersin küçük hanım.
Alona, gülümseyerek tekrar ona baktı ve ağzı yavaşça aralandı. Blake’te başını yavaşça öne eğdi. Alona tekrar gülümsedi ve hiç tereddütte bulunmadan onu öptü. Dudakları, tıpkı bir anahtarın kilidiyle buluşması gibi birbiriyle uyumlu bir şekilde hareket ediyordu. Dilleri buluştuğunda, daha da yakınlaştılar. Blake, ağzında çilekli bir tat hissetti. Alona, yavaşça dudaklarını geri çektiğinde, Blake’e sarıldı.
-Beni hiç bırakma, olur mu?
-Asla.
***
-“Sabah oldu sevgilim. Hadi uyan.”
-Hey, dur…
Blake, Alona yataktan kalkmadan önce onu tuttu. Gitmesini hiç istemiyordu fakat o da okuluna yetişmek zorundaydı. Ah, şu okul, onları ayıran yegane şey. Şimdi, saat 5’e kadar yokluğuna nasıl dayanabilecekti. Hem de dün geceden sonra. Blake bunları düşünürken, Alona yavaşça onun üstüne çıktı.
-Gitmemi istemiyorsun demek ha?
-Evet, sonsuza kadar burada kal, lütfen…
Alona, Blake’in burnuna bir öpücük kondurduktan sonra hızlı bir hamleyle yataktan kalktı ve hazırlanmaya başladı. Yerde duran mürdüm rengi elbisesini alıp üzerine geçirdi. Siyah saçlarına salaş bir topuz yaptıktan sonra su yeşili gözlerine baktı ve bir rimel sürdü.
-İşte tamamdır!
-Harika görünüyorsun.
Blake hayran hayran bakışlarla onu süzüyordu. Alona, şuh bir kahkaha attı ve muzip bir şekilde ona baktı. Sonra şımarık bir edayla “Biliyorum.” Dedi. Birlikte olalı 2 yılı geçmişti ve birbirlerine deli gibi aşıktılar. Alona daha 19 yaşındaydı ve Brown’da İngiliz dili ve edebiyatı okuyordu. Blake ise, 24 yaşındaydı ve çoktan okulu bitirmişti. O da aynı üniversite de okumuştu ve ailesinin şirketlerinin başına geçmişti. Kendisine sorsalar, bu işi yapmaktan çok hoşlandığını söyleyemezdi fakat buna mecburdu. Ailesinin tek çocuğuydu ve bunu yapması gerekiyordu. Sıkılgan bir şekilde yataktan kalktı ve üzerine bir şeyler geçirdi. Yeni bir gün onları bekliyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Tıpkı Senin Gibi
RomanceBlake ve Alona, 2055 yılında, gençliklerinin baharını yaşayan ve birbirlerini çok seven iki gençtir. Fakat Alona'nın ölümüyle Blake, Alona'nın klonu ile ilgili zor bir karar vermek zorunda kalacaktır.