"Let's make it gentle."
Keyifli okumalar...
"Jimin."
Sabah kalktığımda yüzümü bile yıkamadan kendimi Jimin'i tuttuğum odanın kapısında bulmuştum. Kapıyı araladığımda hala uyuduğunu gördüm. Yüz üstü yatmış eteği beline kadar açılmış ve dizlerinin üstüne kadar çıkan çoraplarıyla tablo gibi bir görüntü oluşturmuştu.
Açlık onu yıpratmış ve zayıflatmıştı. Ancak o kalçalarından hiçbir şey kaybetmemişti. Bir anlığına ressam olup onu bu şekilde resmetmek istedim. Bir kolunu yastığın altına atmış, yaralı kolunuysa yatağın boşta kalan kısmına uzatmıştı. Odaya dünden kalan yemeğin ve Jimin'in terinin kokusu hükmediyordu. Pencereleri önceden tahtalarla çivilediğim için cam açmak mümkün değildi. Bu yüzden oda sıcak ve havasız kalmıştı.
Odada ilerleyip yatağın yanına geldiğimde dikkatle yüzüne baktım. Uyurken çok huzursuz gözüküyordu. Daha iyi görebilmek için yere oturup yüzüne yaklaştım.
Çatık kaşları ve büzülmüş dudaklarıyla üzgün bir ifadesi vardı. Çektiği acıdan olsa gerek gözlerinin kenarlarında kurumuş göz yaşları gözüküyordu. Uzamış saçları sıcaktan ensesine yapışmıştı. Bir kısmı terlemiş, alnına yapışmış hatta gözüne kadar gelmişti. Alnını açmak amacıyla elimi saçlarına götürdüm ve yavaşça arkaya attım. Ona dokunduğum elime baktığımda parmak uçlarım teriyle ıslanmıştı. Islanan parmaklarımı dudaklarıma değdirdim.
Gözlerimi kapayıp dudaklarımı yaladığımda onun tadını alabiliyordum.Tuzlu, soğuk veya iğrenç olarak tanımlamayacağım. Tadı yorgun, üzgün ve aşıktı.
Daha iyi anlayabilmek için parmaklarımı yaladığımda yüzümde anlamsız bir gülümseme belirdi. Onun tadını seviyordum. Belki de bu yüzden onu günlerdir yıkamak istememiştim. Onun tadını kimyasallarla bozamamıştım.
Onun derin nefes alış verişini gözlerim kapalı dinlerken ritmine kaptırmış gidiyordum.
Sanki kontrolü kaybetmiş gibi bilinçsizce yüzüne yaklaşıyordum. Dudaklarım yeniden teriyle ıslandığında gözlerimi açmama gerek kalmadan alnını öptüğümü anlayabiliyordum.Öpmek denebilir mi? Sadece dudaklarımı yüzünde gezdiriyorum. Kokusunda, teninde.
Ya da dudaklarımla yüzünü ezberliyordum. Gözlerini, gözyaşlarını.Dudaklarım dudaklarını bulduğunda gözlerini açtı. O an sanki içim geçiyor, gözlerim kayıyordu. İşte ben tam o anda ne yaptığımı bilmeden kayboluyordum. Gözlerini açtığında şaşırmadı. Korkmuyor ya da bana kızmıyordu. Öyle yavaşça karşılık veriyordu ki her hareketi kalbimi zorluyordu. Dudaklarımı emişini hissedebiliyordum. Kırmızı dudaklarının tadını alabiliyordum. Onun hareketleri her an saldırmaya hazır, bir o kadar da korkup kaçacak gibi. Elini yastığın altından çıkarıp boynuma koyduğunda yerimden kalktım. Bu kahrolası duygunun bedenimi ele geçirmesine izin veriyordum.
Gözlerimi araladığımda kendimi onun üzerinde buldum. Beni çoktan yatağa çekmeyi başarmıştı. Bu belaya kendim bulaşmıştım.
"Beni istiyorsun."
İlk günkü kadar arsız.
"Hayır..."
"Bana karşı koymamalısın."
Kendinden emir tavırları beni deli ediyor. Riske girmekten nefret ediyorum.
"Benimle sevişmek mi istiyorsun?"
Sorumu cevaplarcasına gözlerini kıstı. O bakışları tanıyorum.
"Neden?"
Soruma karşılık şaşkın sözlerle baktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
THE SUFFERER
Fanfiction【jikook】 【+18】 Tamamlandı. Kitap 2 defa yayımdan kaldırılmıştır. İpi tutan güçlü ellerim, bana yalvarır gibi bakan gözlerin... Tek hamlede nefesini kesebiliyorum. Güç, tutku, şehvet. Bağımlısı olduğum her şeyden koparılmanın verdiği acı içimde der...