Derin ve sık bir orman hayal edin.
Birbirine girmiş ağaçlar ve çalıların geceleri ne kadar korkutucu göründüğünü düşünürüz hep.
Gün ışığında adım atmaktan çekinmediğimiz, gezdiğimiz, kirlettiğimiz o ormanda ay yerini aldığında çekinerek baktık hep.
Siyah hep kötü olarak kazınmıştır zihnimize.
Karanlık ise hep tehlikeli ve küçük zihnimiz de canavarlarla dolu bir yer olmuştur.
Halbuki gün ışığının düştüğü her yer de insanlar takınır maskelerini. O ışıl ışıl parlayan yaprakların arasında gezinen yılan bile kamufle olur. Yırtıcılar bir kenara çekilir ve bir aptalın gün ışına kanarak gezinmesini bekler. Zamanı geldiğinde ise yerinden fırlayarak avını katleder.
Ve hep şunu söyleriz.
Ben seni hiç tanıyamamışım.
Hah. Ne kadar komik değil mi?
Gün ışığında gördüklerimizle değerlendirdiğimiz herkesi iyi zannederiz.
Beni tanıyacaksanız karanlıkta tanıyınız. Gündüzleri takılan yalan maskeleri değil gerçek beni görün.
İster korkun ister kaçın umurumda bile değil.
Gerçekler her zaman karanlıkta ortaya çıkar ve benim gerçekliğimi kaldıramayarak maskeli bir kaç maymunu tercih edecekseniz, edebilirsiniz.
Bu benim hayat felsefem olarak bünyeme kazınmıştı. Maske takmayı hiç düşünmemiştim. Bu yüzden hep dışlanmıştım. Ve itiraf etmek gerekirse bu zevkliydi. İnsanları dışarıdan gözlemlemek ve yaptıkları hatalara gülmek güzeldi.
Orta okula kadar asosyal bir inek olarak görüldükten sonra lise de kötü çocuk mertebesine layık görülmüştüm. Kitaplarda ki gibi aşk yaşamak isteyen bir çok insan bana yaklaşmış fakat istediklerini alamayarak bana zoru oynadığım söylenmişti.
Halbuki ne kötü çocuk olmakla ne de zoru oynamakla ilgilenmiyordum. Sadece insanlar bana boş geliyordu. Ve ilgilenmiyordum. Kötü çocuk da olmadığımı fark ettiklerinde ise yine asosyal lakabını uygun görmüşlerdi.
Bu etiketi sevmiştim. Çünkü asosyal olarak bilinen bir erkekle kimse iletişim kurma gereksinimi duymuyordu. Bende rahat edebiliyordum. Tabii evde olmadığım zamanlarda.
Ailemizi kaybettiğimiz zaman teyzem ve eşi bizi almak için uzun süre uğraş vermişlerdi. Bir yıl yurtta kaldıktan sonra ağabeyimle bizi yanlarına almışlardı. Davanın bu kadar uzun sürme sebebi ise babamın ölümünden sonra aile şirketimizin hisselerinde ki düşüş ve babamın ortağı olan teyzemin eşi Yusuke'nin işleri toparlamakta zorlanmasından dolayıydı.
Ağabeyim Toshiro benden beş yaş büyük olduğu için daha hızlı toparlandığı düşünülmüştü. Kazadan kısa bir süre sonra benim konuşmam için uğraşmış ve normal bir şekilde yaşamaya devam etmişti. Şuan üniversitesini birincilikle bitirmiş ve Yusuke'le beraber işleri geliştirmek için projelerini değerlendiriyorlardı. Onun içinde ki yıkıntıyı görebilen tek kişi olan ben ise hep sorunlu zannedilmiştim.
Kazadan sonra üç sene boyunca tek kelime etmemiştim sebebi ise sanıldığının aksine geçirdiğim şok değildi. Bir erkek olmama ve konuşurken sesimin gayet normal olmasına rağmen şarkı söylediğimde sesimin tıpkı anneme benzemesinden dolayı susmuştum.
Çünkü üç sene boyunca ağabeyim ben konuşabileyim diye annemin bize yazdığı şarkıları söyler ve beni neşelendirmeye çalışırdı. O dış görünüş olarak annem zeka olarak babamdı. Sarı saçları ve kehribar rengi gözleriyle annemin kopyasıydı. Babam kadar zeki ve girişimci bir ruha sahipti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Senin Sesin
RomanceHer şeyinizi kaybettiğinizde, her şeyin bittiğini hissettiğiniz de, işte bu sonum dediğinizde bile güneş doğdu değil mi? Benim güneşim daha sekiz yaşımdayken doğmamak üzere battı. Bana doğruyu öğretmeye çalışmayın. Ben binlerce yanlışla bir araya...