Telefonumun alarm sesiyle güç bela gözlerimi aralayabildim. Güçlükle doğrularak yataktan çıktım. Neden her sabah uyanmak zorundaydık ki? Bir sabahtan diğerine kadar uyusaysdık ne olurdu sanki? Bu aciz kulun uyku istiyor, uyumak istiyor, yatağıyla yorganıyla bütünleşip ömür boyu uyumak istiyor çok mu?
Uykulu gözlerle banyonun kapısına yöneldim. Ha siktir. Kim koymuştu bu eşiği buraya. Ayaklarımın düşmanı mıydı bu ev. En sevdiğim parmağımdı hem de. Sancıyan parmağıma daha fazla aldırış etmeden dişlerimi fırçalayıp banyodan çıktım. 'Anneeeğğ yavrum uyandın mı?'diye bir nara bıraktım koridora. Hayatta değer verdiğim tek insandı. Sevgiyi sonuna kadar hakeden.. Babam olacak o şerefsize rağmen hala hayata güçlükle tutunabilmişti. Yüzündeki her çizgi, vücundaki tüm izler, onda bıraktığı yara nereye aldırmadan anne kelimesinin hakkını verebilen, varlığıyla huzur bulduğum mükemmel kadın.
Peki ya "baba". Babalar hep kötü olmak zorunda mıydı? Hangisi daha kötüydü? Her gece zil zurna sarhoş eve gelip karısını döven BABAM mı? Yoksa 17 yaşındaki kızını para karşılığında ayyaşın birine satan büyük babammı?
Bu düşünceler arasında mutfağa yöneldim. 'Imm yumurtalı ekmek. Dünyanın dokuzuncu harikası. Sekizincisi sensin bebeğim' diye kıkırdayarak annemin yanağına sulu bir öpücük bıraktım ve sandalyeye oturdum. Keyifli bi kahvaltının ardından odama dönüp dolabımı açtım. Bordo üstünde siyah ve sarı kareleri olan dizimin biraz üstünde biten okul eteğimi ve beyaz gömleğimi giydim. Çantamı ve montumu alıp odadan çıktım. Annem hazır bir şekilde beni bekliyordu. 'azıcık süslensene be kızım. Sen genç kızsın'diye mırıldandı annem. 'Ben güzelim zaten anniş süslenmeye mi ihtiyacım varmış'diyerek anneme yılıştım. Gülünce yanağında beliren gamzelerinden öptüm ve aynı şekilde o da beni öptü. Onun iki benim bi gamzem vardı. Sol yanağımdaydı. Anneme sol yanım sensin diye takılırdım.
Evden çıktık. Her sabah olduğu gibi sokağın başına kadar annemle yürüdük. Daha sonra o işe ben ise okula doğru yöneldik. Cebimden telefonumu ve kulaklığımı çıkartarak Cüneyt Ergün'ün Senden Başka şarkısını açtım. Bu şarkı bende farklı bi etki bırakıyordu. Hiç aşık olmamış ya da aşk acısı çekmemiş olmama rağmen bu şarkıyla aşk acısını hissediyordum. Artık durağa gelmiştim. Sabırsızca dolmuşu beklerken önümden geçen köpeği farkettim. Sevmek için eğildim.'Allah'ım köpekleri erkeklerden daha tatlı yarattığın için sana teşekkür ederim'. 'Köpeğim tatlı olabilir ama ırkıma hakaret ettirmem küçük hanım'diye bi sesle irkildim. Bi dakika ben az önce sesli mi düşünmüştüm. Neyse artık olan olmuştu. Kafamı kaldırdım ve 'görünen köy şeeyetmez' dedim. Oof bu ne lan. Allah'ım n'olur çarpma. Erkeklere güvenmiyordum ama bu bazılarının taş oluşunu değiştirmezdi. Karşımdaki gibi. 'Sen o boyunla köy görebiliyo musun?'dedi ve göz kırptı. 'Bana bak olum boyuma laf etme o kırptığın gözünü çıkarır münasip bi yerine' derken ağzıma kağanan elle susmak zorunda kaldım.'Bu kadar hırçın olma ufaklık.' Yeter ama bu kadarı çok fazla. Ayağımla yeri ittirdim ve ucuyla kaval kemiğine bi tekme indirdim. Acıyla inleyerek eğildiği sırada köpeği bana horlamaya başladı. Tam o anda geldiği için dolmuşçu amcaya çok teşekkür ettim. Arabaya binerken arkamı döndüm ve 'yere yakın olandan kork. Hödük' dedim. Dolmuşa bindim ve zaferla gülümsedim. Bi kere daha kısa olduğum için kendimi ezdirmemiştim. Az önce teşekkür ettiğim doşmuşçu bey amca keşke arabada nefes almaya yer bıraksaydın. İtişe kalkışa devam eden bi yolculuğun ardından nihayet okula varabilmiştim. Okuldaki herkes gerizekalı olmak zorunda mıydı? Hayır insanların yüzüne yüzüne aptal olduklarını söylendiği halde 'canım bu hallerin çok tatlı çok doğalsın'diye yılışılmaz ki. Az insan olun. Gururunuz olsun. Babasıma sövsem yüzüme gülcekler. Tövbe Estağfurullah.
Sınıfın kapısını tekmeleyerek açtım. Arka sıralardan insan gibi gir şu sınıfa diye bi ses duydum. Allah'ım sırayla mı veriyolar bunları. Sınıfın kokanası. 'Eline verdiğim saçlar yetmediyse biraz daha yolayım istersen. Bakalım kafanda saç olmayınca insanlığı bu kadar önemseyecek misin? 'diyerek pencere kenarında en arkadaki sırama geçtim. Sıra arkadaşım yoktu. Daha doğrusu arladaşım yoktu. En yakın arkadaşım annemdi. Sanırım babam yüzünden insanları pek sevmezdim. Üç yıldır aynı okuldaydım ve hiç sıra arkadaşım olmamıştı. Hocalar bu durumu kabullenmişti. Sıkıcı geçen derslerden sonra okulun en sevdiğim bölümüne gelmiştik. "Yemek arası".Okulun yemekhanesine gittim. Ders dinlemek beni acıktırıyordu. Beynim çalıştıkça kalorilerim yanıyordu sanırım. Hani bi nimet vardır ya yiyip yiyip almak. İşte o bendim. 1.55 boyum ve 47 kilomla ufak tefek bi kızdım. Bi tepsi dolusu yemekle boş ni masaya geçtim. İştahla yemeğimi yemeye başladım. İkinci tabağımı yerken sandalyenin sesiyle bakışlarım masanın karşısına kaydı. Heh bi bu eksikti. Okulun cool çocuğu playboy Toprak. Koca yemekhanede başka boş yer mi kalmadı? Hiç çekemicem. 'Sandelye boş mu' gibisinden saçma bi soru sordu. 'Görmüyo musun boş. Al ve git' dedim. 'Yine çok kibarsınız Burcu Hanım' dedi ve oturdu. 'Koca yemekhanede başka boş yer mi kalmadıda mı karşıma oturuyorsun?' diyerek tersledim onu. 'Bu kaba hallerine rağmen hala çok tatlısın' dedi pis pis sırıtarak. Bir de önüme düşen saçlarımı eliyle kulağımın arkasına sıkıştırmaya çalıştı. Daha kaba hallerimi görmesinin vakti gelmişti anlaşılan. Ayağa kalktım ve elimle gel işareti yaptım gülümseyerek. 'Kaba hallerinden daha tatlısın gülümserken' dedi bana doğru yaklaşırken. Gömleğinin yakasından tutup kendime çektim ve sert bi kafa attım. Bocalayarak yere düştü. Kafam acımıştı hayvanat yüzünden. Yemekhanedekilerin ooo sesleri arasında yerime otururken kalın ve kaba bi sesle adımın çağrıldığı yöne döndüm. Hay sıçiim. Bi bu eksikti. Okul müdürünün yemekhanede ne işi vardı. Odana gidip kahveni içsene be adam. Niye benim keyfimi kaçırıyosun. "Burcu derhal odama geliyosun' dedi ve yemekhanenin kapısına yöneldi. Tepsimi alıp masadan kalktım. Henüz yeni ayağa kalkmış olan Toprağa döndüm ve 'eğer bu olay yüzünden başım ağrırsa ağzına sıçtığımın resmidir. Kork benden oğlum' diyerek müdürü takip ettim. Müdürün kapısının önüne geldim. Somurtarak kapıyı çaldım. İçerden gelen 'gir' sesini ağzımı yayarak sessizce taklit ettim ve içeri girdim. Siyah deri koltukları ve ahşap masasıyla bi devlet okulu için fazla şık olan odayı incelemeye başladım. Müdürün çektiği nutukları uzatmaması için 'evet hocam haklısınız hocam' diyerek onu onaylamaya başladım. 'Çıkardığım kaçıncı olaymış. Neden her kavgada ben varmışım. Kızlar bitmiş erkeklere oi gelmiş sıra. Daha kaç kişiyi dövecekmişim.' Sanki ben istiyorum olaylara karışmayı. Onlar buluyo beni. Benim suçum ne ki. Derslerimdeki başarım olmasaymış beni bu okulda bi dakika bile tutmazmış. Ben sanki bayılıyorum bu boktan okula. Bi dahaki olayımda tutanak tutacakmış. Çok korktum. Okul müdürümüzün verdiği 1758.öğütten sonra kapı çaldı. Allah'ım kapı çaldı! Yaşasın. Artık susacak ve beni gönderecek. Gülmemek için dudaklarımı ısırken ayaklarıma bakıyordum. Ayakkabıma bakarken sabah tekme attığım taş bebek geldi aklıma. Hayvan eti yiyen boyumla dalga geçmişti. İt sürüsü. 'Çıkabilirsin Burcu. Daha dikkatli ol kızım' diyen müdürün sesiyle daldığım hayal aleminden yeryüzüne geri döndüm. Kızımmış sensin kızım be diye düşünürken okul müdürüne sahte bi gülüşle geri geri yürümeye başladım. Önüme döndüğümde gözümün önünde bir adet siyah tişört gördüm. Neyseki çarpmamıştı. Tişörtün sardığı vücudu merak ediyordum doğrusu. Kolları neredeyse belim gibiydi. Oğlum nerde yaptın bu kasları. Gözlerimi yavaşça yukarıya doğru kaydırdığımda belirgin bir adem elması, gamzeli bi çene, kalkık bir burun ve siyaha dönük koyu kahve gözleriyle tanıdık bir sima göz odağıma girdi. Ben bu çocuğu nerden tanıyordum. Hayır çevremde yakışıklı insan sayısı bi hayli fazlaydı ama bu kimdi? Dudaklarını araladı ve bembeyaz sıralı dişleriyle gülümseyerek 'ne o beni gördüğüne sevinmedin mi ufaklık' dedi ve göz kırptı. 'Ufaklık senin ba..' derken müdürün odasında olduğum aklıma geldi ve boğazımı temizleyerek dışarı çıktım. Ne işi var bunun burda. İşallah müdürün akrabası falandır. Uzaktaki amcasını ziyarete gelmiş olsun. Lütfen Allah'ım okulumuza kayıt yaptırmasın.
Yavaş adımlarla sınıfa doğru yürüdüm. Kalan dersleri uyuyarak geçirmeye karar verdim. Daha fazla insanla muhattap olmak istemiyordum. Bi güne bu kadar olay yeterdi. Kafamı masaya koyduğumda aklıma yine o çocuk geldi. Noluyo be. Ne işi var onun benim aklımda.
Kolumdan dürtülerek uyandırıldığımda günün sonuna geldiğimizi fark ettim. Kafamı kaldırıp beni uyandıran kıza teşekkür ettim. Sanırım adı Kübraydı. Sıradan kalktım. Sırt çantamı tek omzuma astım ve bıkkın adımlarla yürümeye başladım. Kübra'da benimle birlikte yürüyordu. Durağa kadar birlikte yürüdük. Arkadaş canlısı bi insan değildim ve uykuluyken konuşmaktan nefret ederdim. Yanımdaki kız bunu anlamış olmalı ki hiç konuşmadı. Durağa geldiğimizde iyi akşamlar diyip gitti. Kulaklığımı taktım ve dolmuşun gelmesini bekledim. Gelmemeye yemin etmiş gibiydi. Daha fazla beklemek istemedim. Sahile indim. Biraz deniz havası hiçte fena olmazdı. Rüzgara ve soğuk havaya aldırmadım. Eve yürüyerek gidecektim. Bir de şu saçlarım uçuşmasa. Zaten kıvırcık olan saçlarım rüzgarın etkisiyle iyice kabarmıştı. Aldırmadan yürmüye başladım. Yarım saatlik bi yürüyüşün ardından nihayet eve yaklaşmıştım. Evin sokağındaki markete uğrayarak süt ve kabartma tozu aldım. Bakkal Hasan amcaya gülümsedim. Sevdiğim nadir insanlardan bi tanesiydi. Eve gidip anneme kek yapmalıydım. Bütün gün çalışıp görülüyordu...BÖLÜM SONU..
ŞİMDİ OKUDUĞUN
O SEN MİSİN ?
Teen Fiction17 yıl boyunca kimseye güvenemeyen Burcu hayatına bir anda giren ve ona 'Umut' olan adama güvenebilir miydi? Babasının onda açtığı derin yaralara rağmen 'Umuduna' tutunabilir miydi? Babalar hep böyle midir? Sahi hangisi daha kötüydü? Her gece eve...