Yeni evin vermiş olduğu sıkıntı ve mutsuzluk ile hiç uyuyamadığım yatağımdan kalktım. Tanıdık olmayan etrafa bakmak içimdeki mide bulantısını arttırıyordu.
"Jin? Uyandın mı?" aşağı kattan gelen annemin sesine göz devirdim. Sadece iki gün içinde Gwacheon'daki evimizi bırakıp Seul'e yerleşmemiz gerektiğini söylediğinde dalga geçtiklerini ve bu şakanın yeni bir şaka mı olduğunu sormuştum. Taa ki odama çıkıp benim yerime paketlenen kolileri görene dek.
O günden beri ailem ile konuşmuyordum. Bana herhangi bir açıklama yapmamışlardı. Onlar yüzünden onca yıllık hayatımı, doğduğum yeri ve en önemlisi arkadaşlarımı kaybetmiştim.
"Jin sana sesleniyorum?" odamın kapısı tıklatıldığında kapıdan bana bakan anneme gözlerimi devirdim.
"Hâlâ uyuyorum."
"Jin ne zaman bizimle küsmeyi bırakacaksın?" annem bıkkınlıkla sorduğunda omuz silktim.
"Gwacheon'a geri dönünce."
"Kalk hazırlan hadi."
"Niye-" dememe kalmadan babam elinde okul çantası ile içeri girince gözlerim irice açıldı.
Yavaşça ayağa kalktım ve gülümsemeye çalıştım. "Bunun da bir şaka olduğunu söyleyeceğim ama en son şaka dediğimde şehirden taşındık." korkuyla babama bakarken başını salladı.
"Şaka değil, okulun dokuzda başlıyor."
"Dışarı çıkar mısınız? İntihar etmek için hazırlanacağım da." annem ve babam kahkaha atarken kapıya yöneldiler. Ciddi anlamda bu evde asla bir yere takılmıyordum.
"Sana tost yaptım, onu yedikten sonra intihar edersin." annemin odadan çıkmadan önce söylediği şey ile daha günün ilk saatlerinde milyonuncu kez yaptığım gibi göz devirdim.
Daha dün taşındığımız yerde nasıl okula gidebilirdim ki?
---
"Baba okul yolları tamam insana huzur vermez ama burası fazla gerilimli bir yer değil mi?"
Seul'den çıkalı on dakikayı geçerken etrafta düzenli aralıklarla dikilmiş uzun kavak ağaçlarına baktım. Bu ağaçlar zaten her zaman beni korkuturdu. Şimdi ise yolun iki tarafında beni her yerimden kuşatmışlar gibi hissediyordum.
"Baba buraya eşek bağlasan durmaz, doğru yolda olduğumuza emin misin?"
"Heyecanlı olduğunu biliyorum ama biraz susmaya ne dersin?" babamın sıkıntı ile söylediği cümleye karşılık önümde tuttuğum çantama iyice yapıştım. Hem beni buraya sürükleyip hem de soru sormama sinir oluyorsa onunla iki kat küserdim ben de.
Kafamı cama çevirip önünden geçtiğimiz görkemli kavak ağaçlarını saymaya başladım. Araba hızlıydı lakin kavak ağaçlarının her biri sanki biz buradayız der gibi net geliyordu gözlerimin önüne. Korkmuştum ve korkumun sebebinin okula gidecek olduğunu düşünecek kadar da saftım.
Saydığım iki yüz elli dördüncü kavak ağacından sonra arabamız yavaşça durdu ve etrafa baktım.
Hani korku filmlerinde perili köşkler olurdu, sanki sisli bir hava etrafta hüküm sürerdi ya, işte öyle bir binanın bahçe kapısında duruyordum.
Kafamı yavaşça babama döndürdüğünde yanıma gelip sırtımı sıvazladı. "Hadi, içeri gir."
Küçük bir çocuk gibi babamın elini tuttum ve çekiştirdim. "Baba ne olur sen de gel. Bak Edward ve Bella gelip beni ısıracak diye korkuyorum."