Yanımda hissettiğim hareketlilik ile uyandığımda Taehyung'un gözleriyle karşılaşmıştım. Taehyung hemen dibimde yatarak beni izlerken ben daha yeni uyanmış olmanın ve uyanınca yanımdan gitmemiş olduğunun mutluluğu ile esnerken gülümsemiştim. Taehyung ise gülümsememe karşılık vererek yanağımı okşamış, tatlı bir sesle "Günaydın." Demişti.
"Günaydın." Yüzümdeki gülümseme silinmeden oturur hâle geldiğimde saçlarımı karıştırıp yüzüne baktım. "Uyanmışsın ve gitmemişsin, bunu neye borçluyum?"
"Yapmam gereken tek işimin seni uyurken izlemek olduğu aklıma geldi ve ben de bunu yaptım." O da benim gibi oturur pozisyona geçtiğinde yüzlerimizin arasındaki mesafe oldukça yakındı ve bu benim kalp ritmimi nedense arttırmıştı. Taehyung bir elini saçlarıma çıkarıp okşarken de kalp ritmimim yokuş aşağı koşarak inen bir insanınki gibi atıyordu. "Eski günlerdeki gibi Jin," dedi gözleri yüzümün her noktasında geziyorken. "Eski günlerdeki gibi sen yanımdasın. Sanki hiç gitmemişsin gibi yanımdasın. Senin yanında uyumayı ve uyuduktan sonra seni izlemeyi o kadar çok özledim ki." Taehyung'un titreyen sesi ve aldığı kesik nefesleriyle zaten anlamadığım cümleleri iyice anlamsız bir hâl alıyordu.
"Ne demek istiyorsun?" Dedim sakince. Dolan gözlerine bakmak benim için zordu ve niye zordu inanın bilmiyordum. Ben de onun gibi yaparak bir elimi yanağına götürdüğümde gözlerini kapattı. Bunu fırsat bilerek konuşmaya devam ettim. "Eski günler, ne demek Taehyung? Seni anlamamı istiyorsun ama sürekli önüme kapalı kapılar koyarak bunu engelleyen sensin. O kapıları biraz olsun açsana bana? 'Eski günler' ne demek anlatsana, hm?" Zaten oldukça sessiz olan odanın içinde fısıltı ile konuşmam onu iyice tetiklemiş olmalıydı ki omuzları sarsıldığında ağladığını fark etmiştim. Yanağında duran elim ise ıslanmıştı ve karşımda tehlikeli diye adlandırılan adam ağlarken ben öylece durmuş onu izliyordum.
"Anlatamam Jin," dedi hıçkırıklarının arasından. "Anlatırsam tekrar gidersin, belki de ben giderim ama bizi ayırırlar. Seni tekrar bulmuşken kaybedemem, anlıyor musun?" Kafasını aşağı doğru eğip iki eliyle gözlerini silerken söylediği şeyleri tartıp bir sonuca çıkmak istiyordum ama bir sikim anlamamıştım.
Taehyung sürekli eski günlerden bahsediyordu ama onu ilk, tam bu odanın içinde beni tehdit ettiği zaman görmüştüm ve şimdi o tehdit ettiği zamanki hâlinden çok farklı bir Taehyung karşımda oturmuş sözde beni kaybetmemek için ağlıyordu. Bunun hiçbir mantıklı açıklaması yoktu. Madem o gece beni tehdit etmişti, niye şimdi 'her şeyi' açıklarsa gitmemden korkuyordu?
Kim Taehyung sırlarla dolu lanet bir insandı.
"Taehyung yüzüme bak." Dedim hafif sinirle. Kızarmış yüzünü bana doğru çevirdiğinde derin bir nefes aldım. "Bak," dedim sakince. "Seni gördüğüm ilk an, tam burada masum bir genci öldürüp eğer bunu başka birine söylersem beni de onun gibi öldürmekle tehdit ettiğin andı. Daha sonra gelip bana yakın davranmaya başladın ve sikeyim Taehyung, hiçbir şey anlamıyorum ve sen sürekli 'beni anla' diyorsun. Nasıl anlayayım? Eski günler ne demek onu bile söyleyemiyorken seni anlamamı bekleme."
"Söyleyemem!" Sinirle bağırdığında bunu beklemediğim için yerimden sıçramıştım. Güzel başlayan sabah tam bir zehre dönüşüyor derken ise odamın kapısı alacaklı şekilde çalınmış, Taehyung'un üzerinden zar zor geçip kapıyı açtığımda ise Jimin endişe içinde içeri girmiş, yatağımda uzanan Taehyung'u fark etmeden bile hızla konuşmaya başlamıştı. "Biri öldü. Hyung biri daha öldü."
"Ne?" Şokla bağırdığımda aklıma en son ölen kişinin Taehyung tarafından öldürüldüğü geliyordu ve bakışlarım Taehyung'a kaydığında onunda ayağa kalkıp Jimin'e baktığını görmüştüm. Yine de bu sefer onu o öldürmüş olamazdı, değil mi? Bütün gece yanımdaydı. Bana sarılarak uyumuştu. Birini öldürmüş olamazdı.