[helal jin, boku yedin²]

823 120 98
                                    

Çıktığım binanın bahçesinde bir ileri bir geri gidip gelirken aklımı cidden yitirme seviyesindeydim. Hayır yani burası nasıl gerçek olabilirdi aklım almıyordu.

Bu okul denilen yerden çıkamayacağımı yavaş yavaş kabullenmeye başladığım da, ki iki saat aralıksız çıkış yeri aramış, bir türlü bulamamıştım, pes edip kendimi bahçede bulunan banklardan birine bıraktım.

Burası cidden garipti. Bina dışarıdan bakıldığında büyük bir yapıydı ama içerisi çok daha büyüktü ve yüzlerce oda veya sınıf bulunuyordu. Bunu kaçmaya çalışırken fark etmiştim ve yerin altında dahi bölümleri vardı. Bir insan niye yerin altına oda yapardı ki?

Aklıma bu olanlar gelmeye başladıkça tekrar sinirlenmeye başladım. Zaten okulda yüzüme tek bakan ikili benden korkuyordu. Yalnız hissediyordum. Tam yelkenleri indirmiş ağlama moduna geçeceğim sırada binanın kapısı büyük bir gürültü ile açıldı ve içinden üç genç çıktı.

Okulun başka delilerinin olduğunu görmek beni biraz rahatlatmışken kızıl saçlı çocuğun yanında duran ve teni parlayan gence baktım. Sonra kendi tenime baktım.

Benimki parlamıyordu.

Teni gözlerimi kendine o kadar çok çekiyordu ki bana baktıklarını çok sonradan fark ettim. Bana doğru geldiklerini de ondan sonra fark etmiştim.

İçimden kendime olan tüm küfürleri sayarken yanımda bitmişler ve bana yukarıdan bakıyorlardı.

"Yeni sanırım." diğerlerine göre daha uzun boylu olan kişi konuştuğunda göz devirmemek için kendimi çok zor tuttum. Bu yerde niye ben yanlarındayken benim hakkımda benimle değil de kendileri konuşuyorlardı?

Her neyse bu okulda mantık aramak saçmaydı zaten.

Kırmızı saçları olan kişi aniden güldüğünde bu gülmesinin hiç hayra alamet olmadığını çoktan anlamıştım. Dilini yanağında gezdirip yakamı tuttuğunda ne olduğunu anlamamıştım bile.

"Yeseydin?" yüzüme tükürür gibi sorduğu soruya karşılık ellerimle yakamda duran ellerini tuttum ve sertçe yere indirdim.

"Neyi yiyeceğim pardon?" sesimi her ne kadar kontrol altında tutmaya çalışsam da titremişti ve bu sanki onlardan korkuyorum hissi yaymıştı etrafa. Yalan da değildi, korkuyordum.

"Hoseok, bırak gidelim. Çöplerle uğraşmana değmez." bu sefer de teni parlayan çocuk konuştuğunda yakama yapışan delinin isminin Hoseok olduğunu öğrenmiştim. Ne saçmaydı ama, isimlerimizden biri aynıydı. Adaş sayılırdık.

"Kime bakıp bakmayacağını öğrenmeli hayatım. Yoksa işimiz zor olur, değil mi?"

Hayatım mı? Ciddi miydi bunlar?

İçimden türlü kusma sesleri çıkartırken dışım sadece kızıl saçlı olanın, yani Hoseok'un, beni bırakması için yalvarma moduna geçmeye başlıyordu. Ve bu mod bana göre iyi değildi. Kendimi ezik hissediyordum.

"Lüt-"

"Nesin sen?" benim sözümü kesen çocuğa döndü bakışlarım. Yine o uzun boylu olan konuşmuştu. Bunlar benim ne olmamla niye bu kadar ilgiliydi?

"İnsanım. Artık işiniz bittiyse gidebilir miyim?" bıkkınlıkla konuştuğumda sanki az önce yalvaracak olan kişi ben değilmişim gibi hissettim. Sanırım bu deli saçması şeylere alışmaya başlamıştım.

"İnsanmış!" Hoseok kahkaha atmaya başladığında baygın bakışlarım ona döndü. Dalga geçtiğini falan sanıyordu ama ben gerçekten insandım.

What Am I? | TAEJINHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin