"Tavşan ağacın etrafında dönüp ağacın altındaki delikten geçti. Sonra koşarak o delikten çıktı." Diğer ayakkabımın bağcıklarını da aynı şekilde bağladım. Oturduğum merdiven basamağından kalktım. Kendimi tüyden daha hafif hissediyordum. Sanki alabildiğim bütün oksijeni depolamışım ve havuzun ortasındayım, batmıyorum.
Basamakları birer ikişer sıçrayarak indim. Apartmanin önündeki zarfları tek tek elime aldım. Zarfın jelatinli kısmının altından kime geldiklerini okumaya çalıştım. Zarfları aldığım yere bırakarak apartman kapısının kapanmaması için önüne koyduğum ayağımı geri çektim.Silah sesleri... Aman Allah'ım yolun karşısındalar. Dörde dört eşit bir çatışma. Siper almaya tenezzül bile etmiyorlar. Ne sanıyorlar acaba kendilerini, ölümsüz falan mı? Derken bir grubun dörtlüsü bozuldu. Biri vurulmuştu. Çok ağır bir yaraya benziyordu. Belki yardımım dokunur diye düşünerek yolun karşısına geçtim.
Çatışma gittikçe derinleşmişti. Bense sadece izliyordum. İyi ama ne yapabilirdim?uzunen böyle bir çatışmaya gerek duymuşlardı? Hiçbir soruya cevap bulamıyorum. En iyi seçeneğin yaralı askere yardım etmek olduğuna karar kıldım. Aramdaki mesafe yirmi metre kadardı. Kurşunların arasından bir hayalet gibi geçerek yaralının yanina gittim, dizlerimin üstünde oturur pozisyon aldım. Neresinden yaralandığını görmek için vücuduna dokunduğum sırada gözlerini açtı. Gayet iyi görünüyordu. Yarası da yok gibiydi.
Gözleri bir anda fal taşı gibi açıldı yaralının. Arkamdaki boşluğa bakıyordu. Hızlıca kafamı çevirdim. Şişko bir asker elindeki uzun silahının namlusunu bana doğrulmuştu. Şimdi ölümle kalım arasında bir seçim zamanı. Kendimi yerdeki yaralının ayaklarına doğru, bankın hemen arkasına attım. O sırada tekrar silah sesi yükseldi. Çok yakından... Hemde cok yakından... Şişko Asker Yaralı Asker'i vurmuştu. Bu sefer yaralının öldüğüne kanaat getirdim. Yaralının silahı olduğunu tahmin ettiğim, sol yanımdaki ölüm makinesini elime aldım ve Şişko Asker'e doğru ateş ettim. Kendime yedirememiştim. Benim yüzümden biri ölüyor ve öldüren hala nefes alacak. Olacak iş değil. Artık bu savaşı kazanma zamanı geldi askerler.
Şimdi üstünlüğü biz ele geçirmiştik. Dörde üç savaşıyoruz. Siper almaya tenezzül etmeyen aptal askerlere doğru eteş ediyorum. Hiçbirine birşey olmuyor. Ölüm makinesi bozuk olabilir mi? Ben az önce Şişko Asker'i vurmamışmıydım? Kendimle çeliştim. Dönüp bakmaya karar verdim. Şişko Asker'le Yaralı Asker -artık ölü asker- T biçiminde uzanmış yatıyorlar. Şişko'ya doğru yanaştım. Hareket ettiğini farkettim. Tek hamlede uzun silahını aldım. Silahını alırken rahatsiz etmiş olsam gerek bir anda gözlerini açtı. Sanki hic vurulmamış gibiydi. Uzun ölüm makinesini Şişko'ya doğrulttum ve ateş ettim. Bu sefer gözleri sonsuza dek kapanmıştı.
Koşarak aynı tarafta olduğumuzu umduğum iki askerin yanına gittim. Deli gibi ateş ediyorlardı düşmana. Bir kez bile isbet ettiremiyorlardı. Üstünlüğün hala bizde olduğunu bilerek sinsice bir hareket yapmak için ileriye doğru bir adım attım. Ayağımın çarptığı yumuşaklığı hissettiğimde üçe üç kaldığımızı anlamıştım. Yanimdaki asker bana doğru yanaştı. Salyalı suratını bana çevirmiş bön bön bakıyordu. Biraz şaşırmış bor hali vardı. Ben bunu, beni gördüğünden dolayı mutlu olmasına yordum. Sevinmeliydi çünkü yardımlarına gelmiştim. Tam bu saçma bakışmanın ortasında Salyalı Asker'in arkasındaki asker vuruldu. Salyalıyı iterek siper almasını söyledim. Ne pahasına olursa olsun bu savaşı kazanacağız. Şişko Asker'den aldığım uzun ölüm makinesini yanima aldım. Bu sefer çok sinsi bir planım var. Hiçbir düşman askeri beni farketmemişti. Arkalarından dolandım artık bu oyunu bitirecektim. Salyalı Asker ne yaptığımı anlamaya çalışırcasına bakıyordu bana. Düşmanlar bizde sadece bir kişi kaldığını sanarak Salyalı'ya ölüm yandırıyorlardı.
Eyvah! Uzun boylu düşman beni farketti. "Artık zaman kaybetmeden harekete geçmem lazım." diye düşündüm. Son sürat Uzun Boylu düşmana doğru koştum. Ölüm makinemden çıkan ölümler bir bir vücudunu deliyordu. Geri kalanların ikisi birden bana ateş ettiler. Ben yine kıvrak hareketlerimle sıyrıldım. Kendimi süper kahraman gibi hissediyordum. Ani bir hareketle iki düşman askerinide ölümledim.
Şimdi zaferimizi kutlama zamanıydı. Tahterevallinin yere dayanan iki sütununun üstüne çıktım. Uzun ölüm makinesiniyle havaya rastgele ateş ediyordum. Kazanmıştık. Gözüm kapalı, kollarımı vücuduma dik bir şekilde kaldırdım. Sadece zaferin tadını çıkarıyordum.
Gömleğinin alt ucunun çekiştirildiğini hissettim.
"Abi , abi silahımı alabilirmiyim?"
"Savaş bitti ne diye silaha ihtiyaç duyarsın ki?" diye düşündüm. Herşey yavaş yavaş belirmeye başladı. Önce tahterevalliden indim. Sonra elimdeki uzun tahta parçasını Şişko Çocuk'a uzattım. Oyunlarını mahvettiğim çocuk grubu gittikçe uzaklaşıyordu.
Elim cebimde, düştüğüm boşluk hissini sindirmeye çalışırken, mutlu olabilmek için ne kadar boş çabalar içine girdiğimizi düşündüm. Çocukların ellerindeki tahta parçalarına karşı beynimizi tahtalaştırıyoruz. Zamanımızdan çaldıklarımızın yerini neyle dolduruyoruz? Ve tekrar düşündüm:
"Acaba içimizde öldürdüğümüz çocuğu nereye gömüyoruz?"(!)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TUT-SAK
Kort verhaalİç içe giriyor herşey. Hayal ile gerçek, rüya ile zaman, yalan ile doğru... Peki sen tüm bu iç içeliğin içinde kendini nerede görüyorsun? Ne kadar başarılı biri olduğunun bir önemi yok veya ne kadar paran olduğunun. Varolmayı ne kadar soyut yaş...