Karanlıklardan doğar aydınlıklar. Sevgisizlik kurak kalmış bir çöl gibidir. Çölümüze yağmur yağması için bir gökyüzüne ihtiyacımız var. Kızgın ve gürlemeye hazır bir gökyüzüne. İşte o zaman o çölde dilerseniz çiçekler bile açtırabilirsiniz.
Gündüz vakti kapkara ve gürlemeye hazır bir gökyüzü ile başlamıştı bizim hikâyemiz.
Sakin ve oldukça tembel adımlarla, karşıdaki kaldırıma geçiyordum. Kulağımda kulaklık ve sağ elimde okumak için aldığım yeni romanlar. Sol kolumda da sırt çantam asılıydı. Elim ile kulpundan tutarak sabitlemiştim. Yolun karşısında ki kâfeye uğrayıp sıcak bir kahve almayı düşündüm. Fazla iştahlı bir insan değilim. Ancak neredeyse iki gündür fazla bir şey yemediğim gerçeği ile midem tuhaf sesler çıkarmaya başlamıştı bile.
Kafamı yerden kaldırıp etrafıma bakındım. Bu dünya bana oldukça yabancıydı. Sanki buraya ait değilmişim gibi. Sanki burası benim için bir zorunluluk idi . İnsanlar, etrafta gürültü çıkaran araçlar ve insanların elindeki iletişim kurmaktan çok, sosyal medya hesaplarında gezindikleri telefonlar. Hepsi yabancıydı. Dünya böyle bir yer miydi? Yürümek varken neden bu kadar çok araba vardı? Ve şemsiyeler. Neden varlardı ki? Gökyüzünden mucizêvî bir şekilde yeryüzüne inen su tanecikleri bu kadar güzel İken. O sular ile kutsanmak kadar harika bir şey var mıydı? Etrafımda, ellerinde ki şemsiye ile evlerine ya da nereye gidiyorlarsa gitmek için koşuşturan insanlar vardı. Onları ağına almış gözlerimi yavaşça onlardan uzaklaştırdım ve kafamı onaylamaz bir biçimde salladım. Ben kafamda ki bu düşünceler ile yürürken çoktan kâfenin kapısından içeriye adım atmıştım.
Bugün her gün ki sakinlikten uzak, kalabalıktı. Bunu dışarıda yağmakta olan yağmura yoruyordum. Etrafa bir göz gezdirdim ve cam kenarında boş bulduğum bir masaya oturdum. Garson yanıma geldiğinde siparişimi aldı ve uzaklaştı. Elimde ki kitapları masaya bıraktım ve çantamı da oturduğum sandalyenin, sırtlık kısmında ki girintiye astım. Gökyüzünün yeryüzüne ödünç bıraktığı yağmur taneleri ile ıslanıyordu dükkânın camları ve o yağmur tanelerinin, camlara her bir darbe girişiminde çıkardığı o huzur verici ses vardı. Arka planda ise dükkânda çalan, slow bir yabancı şarkının sözleri dökülüyordu. Servis elemanı olduğunu düşündüğüm çalışanın, önüme ne ara bıraktığını bilmediğim kahveye ve çikolata parçalı kurabiyelere baktım. Fazla bir şey yiyemeyecek kadar halsizdim o yüzden bunlar yeterliydi. Kâfeye girerken kulağımdan çıkardığım kulaklıkları, etrafta ki insanların seslerini bastırması adına tekrar kulağıma taktım. Ve Beethoven'dan bir parçayı dinlemeye başladım. Bir yandan da önümde ki kurabiyeleri yerken, soğumaya yüz tutmuş kahvem ile lokmalarımı ıslatıyordum. Yeni aldığım romanlardan birini gözüme kestirdiğim de açıp incelemeye başladım. Fantastik bir romandı ve oldukça ilgi çekici duruyordu. Eve gittiğimde ilk bu romanı okuyacağıma dair, kafamda bir not tuttum. Tabaktaki kurabiyeleri yarısı yenmiş bir şekilde bıraktım, kahvemden bir yudum daha aldıktan sonra kitaplarımı ve çantamı alarak, ödemeyi yapmak üzere kasaya ilerledim. Kasada ki benim yaşlarımda olduğunu tahmin ettiğim kıza ödemeyi yaparak oldukça yavaş adımlarla dışarı çıkıp uzaklaşmaya başladım.Eve gitmek istemiyordum. Tek başıma olduğum için o ev beni boğuyordu. Ancak gidecek başka bir yerim de yoktu. Şuan bulunduğum yer ile ev arasında baya bir mesafe vardı ama yürümeyi tercih ettim. Hastalanacağımı bilsem de yürümeye ihtiyacım vardı. Henüz gündüz vakti olmasına rağmen kara bulutlar ile süslenmiş gökyüzüne çevirdim bakışlarımı. Oldukça büyüleyici gözüküyordu. Sanki gündüz ile gece sevişmiş gibi idi. Artık yağmurun azalmaya başlamasını fark ettiğimde hızlıca eve yürümeye başladım. Güneş açtıktan sonra dışarıda olmak istemiyordum. Güneşli havaları sevmiyordum.
Uzun bir yürüyüşün ardından, oturduğum eski sayılabilecek apartman dairesinin önüne geldiğimde durakladım. Oturduğum bölgede pek fazla insan olmazdı. Aslında bu benim için iyi bir şeydi gürültülü ve kalabalık yerleri sevdiğimi söyleyemezdim. Apartmanın anahtarını çantamdan çıkarmak için büyük bir uğraşa girdikten sonra sonunda bulabilmiştim. Kitapları elimde sabitlemek istediğim sırada elimdeki anahtar yere düştü. Elimdeki kitaplar ile zor bela eğilip anahtarı yerden aldım. Başımı yerden kaldırdığım sırada, karşımda siyah ve oldukça lüks bir araç vardı. Bu bölgeye bu tip araçlar gelmeyeceğini bildiğim için bir miktar şaşırmıştım. Fakat oturduğum bölge pek güvenilir olmadığı için uyuşturucu satıcıları ya da mafya kılıklı herifler biri olabileceğinden korkarak, hızlı adımlar ile apartmanın kapısına ulaştım. Tekrar arkama bakma gereği duyduğumda, aracın içerisindeki adamın bana baktığını fark ettim. Adamın yüzünü çok net göremiyordum ancak bana baktığını biliyordum. Bende istemeden bir kaç saniye ona baktığımı fark ettiğimde, kafamı sağa sola sallayarak silkelendim ve hızla apartmanın kapısından içeriye adım attım. Aceleci hareketler ile kapıyı arkamdan kapattım,sırtımı kapıya yaslayarak derin nefesler aldım. Aslında korkak bir insan değildim ama oturduğum bölge hiç güvenilir değildi ve insan ister istemez korkuyordu. Buradan taşınamıyordum da çünkü henüz taşınmak için yetecek kadar param yoktu. Bu apartmanda ki daireler, bu bölgede ki en ucuz yaşam alanlarıydı. Ne kadar yaşam alanına benzemesede mecburdum. Merdivenleri birer ikişer çıkarak oturduğum dairenin kapısına ulaştım ve elimde ki anahtar ile çıkmadan önce kilitlemiş olduğum kapıyı, iki tık sesinden sonra açmış oldum. Biraz rutubet ve dün yaptığım kekin kokusunu aldığımda burnumu kırıştırdım. Dün yaptığım kekin kokusunun hala nasıl durduğunu bilmiyordum. Ya da sanırım burnum iyi koku alıyordu. Kolumdaki çantayı gelişi güzel yere bıraktığımda, elimdeki kitapları ve kulağımdaki kulaklığı mp3 çalarım ile birlikte ufak salonumda ki ufak masamın üzerine bıraktım ve odama geçtim.
Kendimi sırt üstü yatağa bıraktığımda yorulduğumu fark etmiştim. Bedenim yatağın üzerindeydi ve bacaklarımın yarısı yataktan aşağıya sarkıyordu. Bir müddet gözlerimi kapattım ve sessizliğin hâkim olduğu huzur verici hissi tattım.Gözlerimi usulca açtım,bakışlarım duvardaki saate kaydığında zamanın bir türlü geçmek bilmediğini fark ettim. Zaman neden bu kadar yavaş ilerliyordu ki sanki? Yavaşça yataktan doğruldum ve ellerim ile destek alarak yataktan indim. Yağan yağmurun sesini duyduğumda camın önüne ilerledim. Tekrar yağmaya başlamıştı. Yağmur taneleri odamın küçük ve kirli sayılabilecek camını temizlerken, gözlerimi etrafta gezdirdim. En sonda aşağıya baktığım da, az önce görmüş olduğum arabanın hala aynı yerde durduğunu gördüm ve içerisinde ki adamın ikinci kattaki önünde durduğum pencereme baktığını fark ettim. Ama adamı bir türlü net göremiyordum. Neden hala buraya baktığını bilmiyorum ama ürkmüştüm. Bilmiyorum belki de ben fazla paranoyaklaşmıştım. Hızla penceremin önünde ki perdeleri kapatarak derin bir nefes aldım. Bir kaç gündür içmediğim ilaçlar yüzünden böyle hissettiğimi düşündüm. Ve çalışma masamın üzerinde duran, küçük ilaç kutularından iki tanesinin içerisinden birer tane hap aldım. Uykusuzluğun getirdiği bir uyuşukluk ile mutfağa ilerledim. Bardaklardan birine su doldurduğumda, sol elimde ki hapları tek seferde ağzıma attım ve bir kaç yudum su içtim. Ellerimi tezgâha dayayarak bir kaç saniye kendime müsaade ettim ve daha sonrasında tekrar uyuşuk adımlar ile odama ilerledim.
Hava gündüz vakti olmasına rağmen, gökyüzü karanlık olduğundan odamın içerisi de fazla bir ışığa ev sahipliği yapmıyordu. İçtiğim ilaçlar uykumu getirdiği için yatağımın üzerine oturdum ve önce başımı yastığa koydum daha sonra bacaklarımı kendime çekerek cenin pozisyonunu aldım. Bu evde tek başıma yaşayarak özgür olduğumu sanıyordum. Aslında özgür falan değildim. Bu küçük evde ne kadar özgür olunabilirdi ki? Ayrıca güvende de değildim. Bir an için kuşlara imrendim. Onlar o büyüleyici kanatları ile özgürce istedikleri yere doğru süzülüyorlardı. Kimseye hesap vermeden dilediğince uzaklara gidebiliyorlardı. Gökyüzüne yakınlaşıp onu yakından görme şansına sahip oluyorlardı. Peki ya bulutlar? Onlar zaten gökyüzünde yaşıyorlardı. Onlar çok daha şanslılardı. Sanırım yeniden dünyaya gelsem gökyüzünde yaşayan bir bulut olarak gelmek isterdim.
Gözlerim artık yavaştan uykuya direnemedikleri için yanmaya başladıklarında, kafamın içerisinde ki bir ton düşünceyi uzaklara gönderdim ama çok uzağa değil çünkü yarın tekrar aklıma geleceklerini tahmin etmek zor değildi. Ayrıca akşam işe gideceğimden dolayı uyumam gerektiğini biliyordum. Gözlerimi kapattım ve uykuya daldığımda kâbus görmemeyi dileyerek uykunun ruhumu ele geçirmesine müsaade ettim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PERESTİŞ
FantasíaKaranlık bir gökyüzünün altında tutmuştu genç kızın ellerinden, o henüz yok olup gitmeden önce. Genç kız sevdiği adamın gözlerine büyük bir hayranlıkla baktı. Gözleri parlıyordu. Hissettiği duygu yoğunluğundan dolayı, kalbi göğüs kafesine sığamıyorm...