Adnan bey evinin terasında bir ahbabıyla sohbet ediyordu. Ara sıra gözleri karşıdaki yalıya dalıyordu. Kaçamak bakışlarla orayı süzüyordu. Aradığını bulamamanın verdiği hayalkırıklığıyla kulağını konuşan adama verdi. Karşıda bir hareketlilik olunca o tarafa baktı. Avluda çantası elinde orta boylu ince yapılı bir kız göründü. Saçları dalga dalga omuzlarına düşüyordu. Üstünde bordo bir gömlek ve altında kısa siyah bir etek vardı. Uzaktan yüzünü seçemesede herşeyi gibi makyajınında kusursuz olduğu biliyordu. Onu ilk izleyişi değildi. Defalarca kez bakmıştı bu güzel simaya. Bu kız Bihterdi. Çok tanınmış sosyetik bir aileye mensuptu. Annesi Firdevs hanım sosyetenin en tanıdık "çapkın" simalarındandı. Şıklığıyla her zaman göz kamaştırırdı. Kızlarıda ona uyardı. Bihter ve Peyker anneleri gibi pek sık ortalarda görünmekten kaçınsalarda güzellik ve zarafetleriyle kendilerinden bahsettirmeyi bilirlerdi. Bu iki kızkardeş arasında adeta bir gizli rekabet vardı. Peyker ne kadar rahat ve samimiyse Bihterde bir o kadar ağır başlı ve seçiciydi. Ama ikisinde ortak özelliği ilgi çekmeyi sevmeleriydi. Bunun için fazladan bir çaba göstermelerinede gerek yoktu. Mevcudiyetleri başlı başına bir olaydı zaten. Firdevs hanım ve kızlarından etkilenmemek mümkün değildi. Öyle farklı bir havaları vardı ki, kendini beğenmişlikleri, insanlara havadan bakmaları bile onlara hiçbir şey kaybettirmiyordu. Aksine bu onları başkalarının gözünde daha da ulaşılmaz ve çekici yapıyordu. Firdevs hanım ve kızlarına bunu yapma cesaretini, güvenini veren elbette çevreleriydi. Herkes ağızlarının içine bakıyordu. Nasıl bakmasınlar? Zeka ve güzelliklerine şeytan tüyü de eklenince mıknatıs gibi herkesi kendine çekiyorlardı. Adnan beyinde buna tav olması kaçınılmazdı. Bihteri çocukluğundan beri tanıyordu. Fakat bu kızın ileride fettan bir güzel olacağını hiç düşünmemişti. Bihter onbeş yaşındayken kendi isteğiyle Amerikaya gitmişti. Yurda döndüğünde inanılmaz derecede değişmişti. O kabuğundan çıkmayan kız kabak çiçeği gibi açılmıştı. Kimseyi takmıyor, dilediğini yapıyordu. Bu birazda Amerika da gördüğü kültürdendi. Birkaç yıl içinde kendi çizgisini bulup duruldu. Olgunlaştıkça kendine güveni artmış, tam bir kadın olmuştu. Şimdi yirmibeş yaşındaydı. Eğitimini tamamladığı halde bir işin ucundan tutmuyor, babasının servetinin verdiği güvenle rahat takılıyordu. Nasıl olsa oda Peyker gibi zengin birini bulup evlenecek ve ekmek elden su gölden yaşayıp gidecekti. Ama hiçbir şey düşünülen gibi olmadı. Babası amansız bir hastalığın pençesine düştü. İşlerinin başında duracak kimse olmadığından işlerin kötü gitmesi an meselesiydi. Firdevs hanım kocasının hastalığını takmadan her zamanki yaşam biçimini sürdürüyordu. Peyker yardım etmek istesede elinden birşey gelmiyordu. Kocasının işlerininde iyi gittiği söylenemezdi. Bihterde babasının işlerinden uzak kaldığı için işin ucundan tutamıyordu. Hem bunca insanın beceremediğini o mu yapacaktı. İflas kaçınılmazdı. Bihter babasına çok düşkündü, hastalığı onu derinden yaraladı. Onun acı çekmesine dayanamıyordu. Hele annesinin buna kayıtsız kalması onu çileden çıkarıyordu. Zaten Firdevs hanım hiçbir zaman ne kocasıyla nede çocuklarıyla yeterince alakadar olmamıştı. Onlar gözüne batan birir dikendi, eğlencesine mani oluyorlardı. Hiçbir şey yapmasalar ondan rol çalıyorlardı.
Bihter annesinin tabiatını bildiğinden artık onu görmezden geliyor, dediklerini umursamıyordu. Annesini zaten sevmiyordu, ama babası öldüğünde ondan tüm kalbiyle nefret etti. Adnan bey cenazede de bulunmuştu. Firdevs hanımın hal ve haraketlerinde hiçbir değişiklik olmayışı onu bile şaşırttı. Halbuki Peyker ve Bihter ne kadar üzgündü. Yine çok bakımlı ve güzellerdi, ama hallerinden içlerinde kopan fırtınayı görebiliyordu. Hele Bihter ayakta durmakta zorluk çekiyor, gözyaşlarını taktığı kapkara bir gözlüğün ardında saklamaya çalışıyordu. Sonunda dizleri kırılmış hıçkıra hıçkıra toprağına kapanıp ağlamıştı. Onun bu hali Adnan beye çok dokunmuştu. Bir ara yanına sokulmayı, elini omzuna koyup onu teselli etmeyi düşünmüştü. Ama öyle herkesin içinde cesaret edememişti. Nihayetinde o sadece bir komşuydu, Bihterin Adnan beyin ona olan ilgisinden haberi yoktu. O kadar da değil... Onu aralarında olan büyük yaş farkına rağmen delice seviyordu. Bu aşkı şimdilik kendi içinde yaşıyordu. Bir gün mutlaka ona açılacaktı. Ne kadar gülünç ve zavallı bir duruma düşerse düşsün, bilmeliydi. İçinde küçükte olsa bir ümit vardı. O yabana atılacak bir insan değildi. Büyük bir serveti ve itibarı vardı. Yaşına göre yakışıklı, güzel giyinen, hoş sohbet ve kibar bir adamdı. Nihal adında ondört yaşında bir kızı, sekiz yaşında bir oğlu vardı, Bülent. Oğlan şen şakrak neşeli bir çocuktu. Düşündüğünü pat diye söyleyen, sevgisini belli eden tatlı bir kerata. Ablası ise onun zıttıydı. İçine kapalı, düşünceli ve somurtkan bir kişiliği vardı. İnce narin yapılı, yeşil gözlü kumral bir kızdı. Babasına aşırı düşkünlüğü, hassas ve kırılgan oluşu annesini küçük yaşta kaybetmesinden ileri geliyordu. Elindekilerinin ondan alınacağı korkusuyla sevgiye hep aç, manevi olarak tatminsizdi. Herkes onu sevsin, herkes onunla ilgilensin istiyordu. Bu yüzden biraz kıskanç, şımarık ve kaprisliydi. İnce ruhlu ve kırılgan oluşu asabiyete yol açıyor buda hastalıkları tetikliyordu. O kadar hassas ve bünyesi zayıftı ki ara ara baygınlık geçiriyordu. Bu hallerine oda mana veremiyordu, duygularını frenleyemiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aşk-ı Memnu Reprise
Roman d'amourBehlül vefasız, Bihter kurban, Nihal araya giren kara kedi mi? Herşey düşündüğünüz gibi mi gerçekten? Gelin bu hikayeye başka bir taraftan bakalım. Halit Ziya Uşaklıgil'in kitabından yola çıkılarak yazılmış bir hikaye.