Sabah erkenden onu almaya geleceklerdi. Oysa her şey ne de çabuk gelişmişti. Kimseye veda etmeye fırsat vermediği için babasına içten içe büyük bir öfke duyuyor, ama onu hayatında bir daha göremeyeceği için de kırmak istemiyordu. Düşündükçe karnına ağrılar gidiyor, gözleri buğulanıyordu.
Yalvardığını hatırladı. Babasının ayaklarına kapandığını... Babasının gizliden gizliye ağladığını görmemişti ama içinde bir yerlerin kanadığını biliyordu. "Kıyma kızına baba!" diye feryat etmişti, "Baharayına kıyma!"
O an hatırına gelen şeyle aklı başından gitti Bosfor'un. Daniel olanları bilmiyordu. Ona yardım edebilecek tek kişiydi o. İlk hamlesini kapıya doğru yaptı ama babasının izin vermeyeceğini biliyordu. Penceredeki ince tülü kaldırıp ağır demirle dövülmüş pencereyi aralayıp arasından sıyrıldı.
"Kurtar beni." diyecekti Daniel'e, "Götür beni buralardan. Beni başkasına yar eyleme." Her şeyi planlamıştı. Sadece... Babasına bir kez olsun sarılmadan çıktığına pişman oldu. Ama geri dönemezdi. Zira yeniden çıkması imkansız bir hal alırdı. Bahçe duvarının üstünden atladığında karşılaştığı manzaradan dolayı ayakta daha fazla duramadı. Kendini yere salıverdiğinde tutmaya babası koştu. Toparlanması için kızını kaldırırken hafifçe tebessüm etti yaşlı adam. "Kızımı tanımadığımı mı sanırsın? Böyle bir şey yapacağını tahmin edemeyeceğimi mi düşündün Baharayım."
Sımsıkı sarıldılar. Babasının onu böylesine içine kattığını hiç hatırlamıyordu Bosfor. Sevinsin mi üzülsün mü bilemedi. Ama adam, yaşından beklenmeyecek bir çeviklikle birden kızını büyük bir boşlukta bırakıp birkaç adım ötelerindeki yeniçerilerin yanına giderek bir şeyler söyledi.
Kısa boylu ve esmer olan askerin sağ omzunun üstünden sapsarı bir saç demeti gördü. Buğulu olan gözlerini kırptı birkaç kere. Tanımaması imkansızdı. Daniel oradaydı. Onu kaçırıp götürmeye gelmişti. Ve sonra ömürlerinin sonuna kadar mutlu yaşayacaklardı. Tıpkı babasının anlattığı peri masallarındaki gibi... Dizinde kalan son gayretle bir koşu tutturdu güzel kız. Hareketlenmiş ve ona doğru yürüyen yeniçeriler, kızın üzerlerine koştuğunu görünce afalladılar. Ama Bosfor onları yarıp kendi halindeki yarışına devam etti. Yanlış giden bir şeyler olduğunu geç fark etti. Daniel'in geriye doğru bir iki adım attığını gördü. Olduğu yere çivilendi Arnavut kız. Dizlerinin üzerine çöktü.
"İhanet," diye fısıldadı usulca, "Aşkı ihanetinle karaya çaldın sen."
Çok geçmeden iki yeniçeri kızı kolundan tutup çekiştirmeye başladı. Bosfor gözlerini Daniel'den ayırıp babasına son bir kez bakmayı akıl ettiğinde yaşlı adamın sarsılarak ağladığını gördü...
Arabanın içindeki iki şilteden birine bırakıverdi kendini. Dizlerinde de yüreğinde de mecal kalmamıştı zaten. Nasıl dayanacağını düşünüyordu. Ne yapıp da unutacağını. Ki o sırada yanık bir erkek sesi, içli bir türkü tutturdu. O sesi yıllardan beri tanıyor, geniş steplerde söylediği şen türkülerine eşlik ediyordu. Gözlerinden iki damla yaş süzüldü ve titrek dudaklarından bir nağme döküldü;
"Arnavut çalgıcının güzel Baharay'ı, sevdasının gönül sultanı..."
Arnavut diyarından göçeli yedi gün olmuştu. Bosfor, çakıl taşlarının arabanın altında ezilirken çıkardığı iç acıtıcı sesle uyandı yine. Geleneğini bozmadan "İhanet," diye fısıldadı usulca, "Arnavut Bosfor'a iki koca ihanet, hayatındaki iki insandan."
Arabada geçirdiği üçüncü günün akşamı kurumuştu göz pınarları. O mu kesmişti ağlamayı yoksa dermanı mı kalmamıştı bilmiyordu. Ama bir yemini vardı. Yaşayacaktı. Yaşayacaktı ki içindeki ihanet de büyüyüp koca bir orman olsundu. Arnavut'a haber gider mi bilemez, ama en azından cümle Osmanlı mülkü konuşurdu bu güzel kızın içindeki yangını, yedi cihanı kavurmamış olursa eğer...
On dokuzdan sonrasını saymadığı günler ve geceler birbirini kovaladı. Bir gün sabah çakıl taşlarının sustuğunu, bir bağırış çağırışın ortalığı kasıp kavurduğunu fark ederek sersemledi Bosfor. Perdeyi araladı hafifçe. Koca bir yapıt vardı önünde. Arnavut diyarında görüp görebileceğinden daha büyük bir konaktı bu, belki de dünya güzeli prenseslerin olduğu destanlardaki saraydı. Ne desin bilemedi. Onu dünyaya döndüren; siyahi, tombul bir kadının azarı oldu. "Ne duruyorsun güzelim? Senin keyfini mi bekleyeceğim ben tüm gün?" Daha çıtı pıtı ve yaşı ancak 17 olan bir kız seke seke yaklaştığı kadını hafifçe dürtüp kulağına bir şeyler fısıldadı. Kadının şaşırdığını hatta belli belirsiz telaşlandığını fark etti Bosfor. Ona yaklaşıp bel kıvırıp diz bükerek selam verdiğini görünce de şaşırma sırası kıza gelmişti.
"Hoş geldin Arnavut güzeli Kadınefendi Bosfor" dedi kadın usulca, "Saruhan Sancak Beyi Şehzade Süleyman Han'ın sarayına şeref verdin."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aşk-ı Al-i Osman
Historical Fiction"Geldiğim mis kokulu dağları, geniş stepleri verin bana... Ve alın benden Osmanlı geleceğimi." Bir yanda Yavuz Selim döneminde, ailesi tarafından Osmanlı'ya gönderilen genç bir kız... Diğer yandaysa Süleyman'ın rakipsiz oturacağı taht için daha şimd...