Aşk-ı Al-i Osman Bölüm 6

826 33 9
                                    

Gülbahar'ın ne söyleyebilecek sözü ne de kurabileceği bir cümlesi vardı. Dizlerinde derman bile kalmamıştı, nasıl ayakta durduğuna şaşıyordu. Ama onun kadar karşısındaki genç adam da afallamış görünüyordu.

"Hayır. Mehmet Ağa. Osmanlı doğdum büyüdüm. Babam Sult..."

Kızın onu süzdüğünü görünce susuverdi adam.

"Siz buralarda dolanmasanız iyi olur. Şehzademiz has bahçede. Sizi görürse kızabilirler. Azapları bin kılıca bedeldir diyorlar."

"Bir o kadar da merhametli ve alçak gönüllü olduklarını duyduk Çerkez diyarından."

Adam belli belirsiz gülümsedi. "Ala," dedi gülmeye devam ederek "Artık gitmeniz gerek."

Günler haftaları kovaladı, ne adamdan ses çıktı ne valideden ne de Hatice'den... Gülbahar odasında sessizliğe gömüldükçe Daniel ve Mehmet Ağa aklından çıkmıyordu. İki insan bu kadar benzeyemezdi. Sadece... Daniel'le büyüdüğü doğruydu ama Mehmet Ağa farklıydı. Daha bir güven veriyordu duruşu, bakışı, sesi... Hemen silkelenip kendine geldi ve kovaladı aklındaki düşünceleri. Sadece öğrenmesi gereken bir şey vardı. İhanet deyip aylardır ağzına almadığı isim, yanı başında nefes alıyor muydu?

Daha sonra günlerce kaçıp kaçıp çıktı has bahçeye, onlarca fistan heba edip tırmandı ağaca ve defalarca düşme tehlikesi geçirdi. Ama ne kurtarmaya gelen oldu, ne de Mehmet Ağa göründü...

Ama neden sonra beklemediği bir anda Valide Sultan geldi çat kapı. Üstüne başına çeki düzen vermeye fırsat bulamadan gördü kadını eşikte. Ne yaptığını bilemez bir hali var gibiydi koskoca sultanın. Oturup yanına çekti Gülbahar'ı.

"Yalnız bırakın bizi kızımla." deyip kovaladı cariyeleri. Sonra yine hafif bir kekelemeyle konuştu.

"Haremdeki bunca cariyenin neden burada olduklarını biliyorsun değil mi Gülbahar?"

Hevesle kafa salladı kız kimsenin bilemediği bir soruyu bilmiş gibi. "Elbette Sultan Anam. Hünkar ve kadınına hizmet için var hepsi." Bir süre bekleyip alnını karıştırdı. " Gerçi onca kıza ne gerek var anlamış değilim, çoğu boş boş oturuyor."

Kadın kıza mükemmel bir gülümseme gönderdi. Bu saflığın harem koridorlarında yok olup gideceğine, dahası buna kendinin sebep olacağına inanamıyor, bir yandan da vicdan azabı çekiyordu. Tek nefeste anlatıverdi sarayı, harem düzenini ve onca cariyenin varlık sebebini. Kız yer yer şaşırıp küçük çığlıklar atarak, yanakları al al olarak dinlediyse de, kadının bunları ona neden anlattığını anlamadı.

Kadın sonra derin bir soluk alıp konuşmasını sürdürdü "Sözü daha fazla dolandırmayacağım güzel kızım, sebeb-i ziyaretim Şehzadem Süleyman. Seni görmüş, ziyadesiyle beğenmiş. Seni kadınefendi eylemek ister."

Gülbahar ne yapacağını, hangi deliğe gireceğini bilemedi. Bulunduğu toprakların mutlak hakimi Selim Han'ın tek oğlu Şehzade Süleyman'ın emrine kim hayır diyebilirdi ki?

Tam iki gün sonra, akşam ezanında her şey hazırdı ve has odanın önünde duruyordu. Şafak atmadan uyanmıştı, gerçi hiç uyumamıştı ya... Hamama koştu Gülendane'yi bile beklemeden. Anlam veremediği bir şekilde sabırsızdı. Valide sultanın gece için hususi gönderdiği kaftanı geçirdi ipek fistanının üstüne. Bu yaptığını görünce cariyeler abartılı hareketlerle şaşırdıklarını belli ettiler. Halvete giden kızların hepsi sadece vücudunun çıplaklığını alelade örtüverecek bir tül geçiriverirlerdi üstlerine. Bu kızsa sarındıkça sarınıyordu. Beline kadar açtığı saçlarını kendi taradı, şalı kendi kondurdu başına. Oldukça sade ama güzel yansımasına baktı. Be işte şimdi buradaydı. Fark etmediği adımlar buraya kadar sürüklemişlerdi onu. Şimdi, sadece bir adım daha atarsa, hayatının değişebileceğinin farkındaydı. Bildiği tüm duaları okuyup hafifçe araladı iki koca kapıyı. Gün boyunca yanında koşuşturup bir ton şey anlatan kadının söylediği üzere başını hiç kaldırmadan bel kıvırıp diz çöktü. Öylece beklerken o tanıdık ses sarıverdi tüm vücudunu.

"Hoş geldiniz küçük hanım."

Gülbahar telaşla kaldırdı kafasını. Ağzından iki kelime süzülüverdi.

"Mehmet Ağa?"

Aşk-ı Al-i OsmanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin