Hareme gelir gelmez yıkayıp pakladılar Bosfor'u. Daha saraya adım atar atmaz buharlı ve bir anlığına cehennem alevinin yandığı sandığı bir odaya soktular onu. Neredeyse yarım karış yüksekliğindeki garip pabuçların üstüne diktiler onu, ayağı burkulup düşmesin diye de siyahi bir kız koştu yardımına. Mükemmel bir gülümseme gönderdi Bosfor ona, yanaklarının ağrıdığını hissetti hemen. Günlerdir gülümsememişti. Oysa o Arnavutluk'ta kahkahalarıyla ünlüydü. İçi titredi.
Ama siyahi tombul kadın onu rahat bırakmadı. Sabırsızlanıp iteledi içeri doğru. Bembeyaz bir mermer üzerine yatırıp derisi yüzülene kadar çitilemişti balık etli ve hayli çirkin bir başka kadın onu. Cildinin kırmızıdan mora çalmaya başladığını görünce rahat bırakıp kırmızılı beyazlı bir kumaşa sardılar. Az önce ona yardımcı olan siyahi kız yeniden koştu geldi. Onu ilerideki şilteye oturttu. Koşup ilerideki dolaptan şalvarlar ve eteği yerlere kadar uzanan kaftanlar çıkarıp Bosfor'un önüne getirdi. Elleriyle üzerindekileri gösterip değişik hareketler yaptı kız. Bosfor onları giymesi gerektiğini anladı. Ama hiçbiri onun değildi. Kız eşikten kaybolurken göz ucuyla ona baktı yeniden.
Ne kadar beklediğini bilmiyordu ama kız geri gerdi. Giyinmediğini görünce bir iki el kol işareti daha yaptı. Acaba neden söylediklerini anlamıyordu? O sırada aklı başına geldi. Kapıdaki kadın onun dilini biliyordu.
Bosfor'un hareket etmediğini gören siyahi cariye kapıya yöneldi yeniden. Hemen sonra iki kız daha girdi. Bosfor üzerindeki kumaşı çekiştirmelerinden niyetlerini anladıysa da direndi. Ama çok sürmedi. Beş dakika sonra yeni kıyafetleri içindeydi. Diğer iki kız geri çıktılar. Sadece Bosfor ve siyahi cariye kaldı içeride. Elindeki gümüş tarafı gösterip kendi saçının etrafında gezindirdi kız önce. Sonra Bosfor'un ardına geçti ve saçlarını çekiştire çekiştire taramaya başladı. İşi bitince incecik bir ipek tülü getirip saçlarından omuzlarına doğru bıraktı. İki inci tokayla da başına tutturdu.
Kızın karşısına geçip onu hayranlıkla süzdüğünü gördü. Bosfor'un kendi dilini konuşmadığını biliyor olmalıydıki kendini gösterip söylendi.
"Gül-en-da-ne"
"Gulindeme?"
Dudak büzüp omuz silkti kız. Sonra elinden tutup çekiştire çekiştire aynanın karşısına götürdü onu. Bosfor gördüklerine inanamıyordu. Gözlerini iki kere kırpıştırdı. Karşısında dünya güzeli bir kadın duruyordu. Beline kadar uzanan gür saçlarını beyaz bir tül örtmüştü. Gülendane bir tutam saçı omzunun önüne atıp iç geçirdi ama onun bu hayranlığı kendine yoğunlaşmış olan Bosfor'un dikkatini dağıtmadı. Gül kurusu elbisesi incecik belinin kıvrımlarını daha da ortaya çıkarıyordu.
Bir hafta dolu dolu günler geçirdi. Her gün dersler aldı, nasıl oturup kalkması gerektiğini öğrendi, harem adabını belledi, udun şişman kısmını karnına dayayıp bir türkü tutturup haremi ayağa kaldırdı... Sesi şüphesiz güzeldi, ama dilini bir türlü geliştiremiyordu. Kargacık burgacık yazıları okuyamıyor, kalemi kağıt üzerinde fazla kaydıramıyordu.
Haremin yine rutin ve yorucu bir gününe uyandığını düşündüğü sırada dışarıdaki telaşeyi fark etti. Yatağından doğrulduğu sırada Gülendane içeri daldı.
"Gulindeme ne oluyoo?" dedi yarım yamalak Türkçe'siyle.
"Valide Sultan geliyor hanımım, kendi taşlığından çıkmış, gözdeler koğuşuna geliyor."
Onun kim olduğunu biliyordu. Dünya üzerindeki en güçlü kadın sultandı o. Ayşe Hafsa Sultan.. Ve şimdi onun yanına geliyordu. Hızla atılıp dolaptan en son gelen yeşil kaftanla daha açıkça olan fistanı aldı. Gülendane'nin yardımıyla giyinip saçlarını taradı. Üzerlerine de bir örtü atıvermeyi son anda akıl etti. Ellerini bel hizasında birleştirdiğinde kadın tüm asaletiyle içeri süzüldü. Bel kıvırıp diz bükerek zarifçe selam verdi. Ama kadın onu şaşırttı. Ellerini iki yana açıp "Baharay Sultan" diye bir gülümseme salarak geldi yanına kadar. Çenesinden tutup gözlerine bakmasını sağladı. Bu sefer şaşıran kadın oldu. Kızın gözleri bulut bulut olmuş yağıyordu. "İhanet," diye fısıldadı yıllar sonra yeniden Bosfor.
"Bana ihanetin verdiği adla hitap etmeyin Sultan Anam."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aşk-ı Al-i Osman
Historical Fiction"Geldiğim mis kokulu dağları, geniş stepleri verin bana... Ve alın benden Osmanlı geleceğimi." Bir yanda Yavuz Selim döneminde, ailesi tarafından Osmanlı'ya gönderilen genç bir kız... Diğer yandaysa Süleyman'ın rakipsiz oturacağı taht için daha şimd...