Mahidevran yeni saraya alışamamıştı bir türlü. Yerleştikleri gün onun için iki katlı bir daire tahsis edilmişti. Ama o üst katını Raziye ve Mustafa için ayırdı. Ahmet'ini yeni kaybetmişti, onlara bir şey olursa dayanamazdı.
Haremde eskisinden çok daha fazla cariye vardı. Hapsi bir bahaneyle Süleyman'a yanaşmaya çalışıyor, koynuna girmek için fırsat kolluyordu. Ama erkeğinin Mahidevran'dan başkasını görmeye niyeti yoktu. Her gece onu çağırıyor, adına şiirler düzüyordu.
"Gülbahar'ım..." dedi bir akşam padişah, sevdiği kadının huzursuz olduğunu görünce. "Nedir bu halin? Bir derdin mi var? Allah muhafaza, hasta mısın yoksa?"Mahidevran son günlerde gerçekten neşesizdi. Bu saray çok büyüktü. Daha korkutucuydu ve kasvetli bir havası vardı. İbrahim'le eskisi kadar sık görüşemiyorlardı. Hünkarla çalışmaları sıklaşmıştı. Adam yoğunluktan fırsat buldukça da Hatice'yle buluşuyor, Mahidevran'a sadece "Yüzünüzü görmeye hasret kaldık Haseki Kadın." diye haber salıyordu.
"Hünkarımın koynuna saklandıkça, dert ve tasa bulamaz beni efendimiz. " diye sokuldu kız. Mahidevran'ın kur yapması hoşuna gitse de, boş vermedi adam.
"Söyle hadi söyle." diye ısrar edince boşanıverdi kız.
"Çok bunaldım Hazret-i Sultanım.. Bu saray, duvarlar çok boğdu beni. Hem biliyor musunuz? Burada, duvarın önünde incir ağacı yok."
Adam kızın söylediklerine bıyık altından gülse de renk vermedi.
"Maviyi mi özledi benim yıldızım? Gökyüzü neyine yetmez?
"Gökyüzü ayrı, deniz ayrı tonlarda mavidir efendimiz. Biz dalganın denize kattığı beyazı özledik. Hem.. Hatırlamaz mısınız yoksa? Aşkımıza sebep olan o ağaç ve ufuklardan görmeye çalıştığım denizdi..."
"Hatırlarım elbet" dedi hünkar sevdiği kadının sözlerini yarıda keserek. "O halde sabahın ilk ışıklarında hazır olun Mahidevran Hanım." deyip ayaklandı. Kız bir anlam verememişti ki, adam merakını giderdi.
"Özlemini gidereceğiz...."Öbür gün şafak atmadan uyandı Çerkez güzeli. Kırmızı işlemeli ağır bir kaftan aldı üzerine. Saçlarını tarayıp beline doğru salıverdi. Önceki akşam has odadan çıkarken hazırlanmasını emrettiği hotozu alıp başına geçirince aynadaki aksine uzun uzun baktı. "Üç kıtada yedi cihana hükmeden padişahın kadını böyle olmalı" diye söylendi kendi kendine. Ardından Mustafa'yı da uyandırıp hazırladı. Çok geçmeden bir ağa, onları götürecek arabanın hazır olduğunu bildirdi. Mustafa'sının elinden tutup dışarı çıkarken Gülendane'ye dönüp "Raziye'm sana emanet, bilesin. Gözünden bile sakın onu." dedi.
Genç kız gelmek istememişti. Halasıyla kalıp oya işleyeceklerini bahane etmişti üstelik. Mahidevran ısrarlarına karşılık alamayınca vazgeçip bıraktı kızını sarayda.Saray kapısından çıktıklarında onları büyük bir alayın beklediğini gördü kız. Binecekleri arabanın kapısında İbrahim bekliyordu. Ama saray halkından bir kadının bir paşayla ulu orta konuşması olacak şey değildi.
Şehzadeyi arabaya bindirirken oyalandı kız. O sırada Mustafa "Ben de babamve İbrahim'le ata bineceğim." diye diretince İbrahim küçük bir reverans yaparak yanaştı yanlarına. Şehzadeyi kucağına aldı Mahidevran'a küçük bir bakış atarak.
"Hayırdır aslan parçası? Nedir sebeb-i isyanın?"
"Bir şehzade reayanın karşısına babasının yanında çıkmalı diyorum lakin valide dinlemiyor."
Mustafa'nın sözlerine Mahidevran da İbrahim de hafifçe güldü. Yaşına rağmen saray adabını öğrenip üslubunu düzeltmişti şehzade. Ama İbrahim yapması gerektiğini bildiğinden oğlanı kısa sürede ikna edip arabaya bindirince "Sultanım" diye fısıldadı.
"Pargalı... Demek varlığımız hatırınızda. Biz de unutul gittik sanmıştık."
"Siteminizi anlıyorum sultanım, bağışlayın. Lakin oldukça meşgulüm. Size ancak haber gönderebildim."
"Lakin Sultan Hanım'la görüştüğünüzü haber alıyorum paşa. Yoksa o da mı devlet işi sayılır oldu?"
Kızın söylediklerini duyan İbrahim biraz bozulsa da başını öne eğip lafına devam etti.
"Sultanım yapmayın. Eğer fırsatım olsaydı size zaman ayırmaz mıyım sanıyorsunuz? Siz ve şehzademiz benim ailemsiniz. Sizi nasıl gözden çıkarırım?"
Adamın sözlerini duyan Mahidevran yumuşadı hemen. Elini omzuna koyup "Neyse, önemli değil. Sen de bizim ailemizsin." gidi şeyler mırıldandı.
Konuşmaları harem ağasının nidasıyla yarım kaldı.
"Destuuuur! Sultan Süleyman Han Hazretleri!"Tıpkı önceden planlandığı gibi Süleyman ve İbrahim alayın önünde atlarında, Mahidevran ve Mustafa da arabanın içinde gittiler limana kadar. Bir ara yolda Mustafa validesini dürtüp usulca sordu "Babaannem sizin de bizimle gelmenize neden o kadar kızdı validem?"
Mahidevran da geceden beri bunu düşünüyordu. Valideyle birbirlerini çok severlerdi. Kadın kendini kızı gibi görmüştü bunca zaman. Ama Mahidevran'ın oğluyla beraber donanmayı ziyarete gideceğini öğrenince küplere binmişti. Kız bir anlam verememişti validenin odanın içinde bağırıp çağırmasına.
"Sen hünkarın baş kadınısın Mahidevran! Bugüne kadar yaptığın usulsüz şeylere hep göz yumdum. Gizlice has bahçeye kaçtın, sustum. Öylece reayanın önüne attın kendini, görmezden geldim. Ama artık olmaz! Aylarca kadın görmemiş bir grup askerin önüne çıkamazsın. Zinhar uygunsuzdur!"
"Sultan anam benim oraya gitmemin tek amacı denizi görmektir. Hünkarımızın da izni var. Nedir sizi böyle celallendiren?"
Kadın biraz daha bağırıp çağırmış, Hatice'nin olanca ısrarına rağmen Mahidevran'ı huzurundan kovmuştu.
Daha geldiği hafta kadının bizzat kendinin ettiği sözler geldi aklına.
"Saray-ı hümayun öyle bir zehir saçar ki etrafına kızım, melekler bile masumiyetini kaybederler."
Hafifçe tebessüm etti kız. İlk kaybolan kendi olmuştu validenin. "Zehir aktı valide..." diye fısıldadı hafifçe. "Saray zehrini akıttı. Gayrı durmaz."Vardıklarında önce Mustafa'yı gönderdi Mahidevran, ardından Süleyman'ın birine kendinden bahsettiğini duyunca tüm azametiyle arabadan indi. Başındaki hotoz oldukça ağırdı, ama boynunu dimdik tutuyordu. Hünkar, İbrahim, Mustafa ve paspal giyimli bir adamın beraber durduğu yere kadar gelip bel kıvırıp diz büktü. Süleyman söze girdi.
"İşte bu benim zevcem Mahidevran Gülbahar Haseki. Gözümün nuru Raziye'mle Veliahtım Mustafa'nın validesidir."
Adamın eğilip selam verdiğini gördü kız. Süleyman fazla durmadan devam etti.
"Bu bey de denizlerin fatihi Barbaros Hayrettin Paşa, nam-ı diğer Hızır Reis."Mahidevran usul erkan unutup koşup elini öptü adamın.
"Affedin Paşa'm. Bilmiyordum."
Adam tutup kaldırdı kızı.
"Olur mu öyle şey sultanım?"
"Estağfurullah Paşa'm. Sizin şanınızın yanında benim sultanlığımın hükmü mü var?"
Süleyman gülümseyerek izliyordu onları. Barbaros'u babası gibi severdi. Adamın gülümseyip kızın ellerini avucuna aldığını gördü.
"Babam anlatırdı Arnavutluk'ta. Cenklerinizde yaptığınız yiğitlikleri hayal ederek uyurdum ben. Rabb'ime şükürler olsun kızıl sakalınızı görme şerefine nail etti beni."
"Cenklerde düşman karşısına çıkabilmemin mutlak sebebi hünkarımız Sultan Süleyman Han ve cennetmekan pederidir kızım."Mahidevran, gün boyunca hasret kaldığı denizin üzerinde gezdi. Ayrılık zor oldu elbet. Hayrettin Paşa'nın ellerinden öperek ayrıldı limandan.
Saraya gelip hizmetindekilere hamamı hazırlamalarını söyleyip dairesine girdiğinde Raziye'nin ortalıkta görünmediğini fark etti Mahidevran. Validenin yanında olacağını düşünüp dairesinden çıkınca Gülendane'yle karşılaştı.
"Kızım nerede Gülendane? Kendisini göremedim?"
Can dostunun yüzü solgundu. "Valide sultanla beraberler" diyebildi ancak.
"Ala. Ben de gidip kendilerinin gönlünü almayı düşünüyordum zaten."Ama ne validenin kırgınlığı ne de başka bir şey umurunda kalmadı Çerkez kızının. Valide Sultan'ın dairesine girdiğinde Raziye'nin yatak döşek kat kat yattığını gördü. Koşup yetişti yanına. Elini alnına koymasıyla çığlığı basması bir oldu.
"Sultan Hanım! Sen yanıyorsun!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aşk-ı Al-i Osman
Ficción histórica"Geldiğim mis kokulu dağları, geniş stepleri verin bana... Ve alın benden Osmanlı geleceğimi." Bir yanda Yavuz Selim döneminde, ailesi tarafından Osmanlı'ya gönderilen genç bir kız... Diğer yandaysa Süleyman'ın rakipsiz oturacağı taht için daha şimd...