Kralın Emri

67 7 0
                                    

"Sonunda gelebildin Antony." Camella tahta sandalyesinde oturuyordu ve yüzüne vuran kandilin ışığı gergin yüz hatlarını öne çıkarıyordu.

"Geldim," diye mırıldandı adam. Elinden geldiğince affetmeye çalışıyordu sevdiği tek kadını. Onunla daha fazla tartışmak anlamsızdı. Camella kazanmanın bir yolunu bulurdu nasılsa.

Kadın, kocasının ardından yürümeye başladığında fırtına kuvvetinden ufak bir parça dahi yitirmemişti. Kapılar ve pencerelerden uğuldayarak içeri sızan rüzgarın tiz ıslığı tüm gece kadını delirtmişti.

"Senin için endişelendim."

Antony gülümsedi, gülüşü alaylıydı. "Belki de bebeğin için endişelenmişsindir Camella."

Camella hemen düzeltti onu. "Bebeğimiz."

Adam, kanın tekrar beynine sıçradığını hissediyordu, "Sana onu istemediğimi söylemiştim." İşaret parmağını kadına doğru tehditkar biçimde salladı. "Burnunun dikine gitmekten başka bir şey bilmez misin sen?"

Camella şaşırmıştı, onu daha önce böyle konuşurken görmemişti. "Seni artık tanıyamıyorum Antony." Sesi ağlamaklıydı.

Odada daha fazla durmadı, Antony onun ardından yok olan kandilin ışığını izledi ve kısa süre sonra yukarı kattaki kapılardan birinin hızla kapanış sesini işitti.

Kafası çok karışıktı, bebekleri olacaktı. "Bebek..." Bunun olmasını hiç istememişti. "Tam her şey güzel giderken, neden?" dedi. "Neden Tanrım?"

Bir yandan da kılıcı düşünüyordu, yaşlı Simon'u, efsanenin sözlerini, o sözlerden sonra hızla açılan pencereyi... Başı zonkluyordu, soğuktan ve kar fırtınasından donan burnunu hala hissedemiyordu ve de yorgundu; bedeni değil ama zihni aşırı yorgundu.

Bir süre sonra Camella'nın yanına çıktı. Kadının düzenli soluk alışverişi rüzgarın tiz çığlıklarına karışmıştı, üzerindeki gereksiz kıyafetleri çıkarıp yatağına yattı. Sarılmak istiyordu bir yanı, diğer yanı ise hâlâ öfkeliydi. Arkasını döndü ve kabus dolu bir geceye yelken açtı yapayalnız.

***

Gün ağardığında fırtına dinmişti ama ardında bembeyaz bir karmaşa bırakmıştı. Neil elindeki tuvali göğsüne bastırdı ve eldivenin altındaki parmakları heyecanla karıncalandı. Karı her zaman sevmişti, doğayı ondan daha güzel gösterebilecek tek bir şey bile yoktu.

"Kardan nefret ediyorum," Louis'in paytak adımlarla yürüyüşü ve her adımda şikayetlenmesi kaçınılmazdı.

"Kar, ressamlar içindir." dedi öfkeyle. "Müzisyenler için değil."

Neil onu daha fazla kızdırmak istemiyordu, "Evet." demekle yetindi sadece. Yol ayrımında ayrılana dek Louis'in dünkü olaylarla ilgili tek bir cümle dahi etmeyişi Neil'i fazlasıyla şaşırtmıştı. Doğuştan meraklı yaratılmış bu adam nasıl olur da ertesi gün hayatına hiçbir şey olmamış gibi devam edebilirdi ki?

Louis'in ise kafası karışıktı, tıpkı diğerleri gibi. Gün içinde düşünüp kararını almayı planlıyordu, dün dönüş yolunda anlaştıkları gibi. Bu gece buluşacak ve nihai kararı vereceklerdi. Devam mı edeceklerdi yoksa tapınak bekçisinin uyarısı üzerine vaz mı geçeceklerdi? Kalbi devam etmesini söylüyordu ona ama aklı temkinliydi.

Etraf çoktan insanlarla dolmuştu, kar bile durduramıyordu hırslı maceracıları.

Birkaç atlı krallığın sancaklarını taşıyarak meydana girdiğinde Neil ilk resmini henüz yarılayabilmişti, manzara onun durduğu noktadan muhteşemdi ve tüm bu insanlar bu güzelliği fark edemeyecek kadar meşguldü ya da akıllarını yitirmişlerdi. Bir kılıç uğruna.

KAYIP KILIÇHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin