Neil Quintero Gölü'ne bir kez daha gittiğinde aradan geçen yedi yılın soğukluğunu hissetti üzerinde. Henüz on sekizindeydi o zamanlar ve tüm Quillon'da bu göl kadar sevebileceği tek bir yer dahi yoktu. Bir başına beklerdi orada, her bir detayını ezbere bilirdi gölün. "Ta ki..." diye düşündü. "Ta ki Quintero ondan hayatını çalana dek."Ve şimdi yine aynı noktada dikiliyordu. Tıpkı o gün gibi.. İşaretli çamın altındaydı ve karşısındaki göl onunla dalga geçiyordu sanki, buz tutmuştu ama yine de hayattaydı işte, tam orada.. Güneş ışığının parıltıları buz kristallerinin üzerinde dans ediyordu ve bu Neil'i delirtiyordu. Etraf değişmişti yıllar içinde. Bazı ağaçlar kurumuştu yaz kurağında, bazıları kesilmişti.
"Sadece resmini yap," dedi içindeki ses. "Daha fazlasını düşünme."
Bu, Destina için yaptığı ikinci resim olacaktı. Louis ilkini tamamlamasına izin vermemişti ama ikincisini engelleyebilecek gibi de durmuyordu, en azından şimdilik. Son birkaç gündür evinin sessizliği yaramamıştı Neil'e. Uykularında bile tartışmıştı Louis'le. Bazen kazanmıştı, bazen kaybetmişti ama yine de dinletememişti Louis'e derdini. Ona bu resmi neden yaptığını açıklamak isterdi, hem de her şeyden fazla. Ne var ki Louis onu dinlemezdi.
"Bu bir özür..." dedi kendi kendine. "Sadece basit bir özür. Yaptığım kabalığı affettirmek için bir hediye."
Louis'i tanıdığında beş yaşındaydı Neil. Ondan bir yaş büyüktü ve sokaklarda tahta kılıçlarla savaş oyunları oynarlardı. Louis yoldan geçen şövalyelere özenir, evden kaçırdığı kıyafet parçalarından şövalye pelerinleri yapardı. Sonra bir gün bir müzisyen çıkageldi Quillon'a. Sokaklar onun şarkılarıyla yankılanmıştı o gün, yol boyu söylemişti adam şarkısını ve çalmıştı kemanını. Neil de Louis de müzisyeni takip eden çocuk sürüsüne karışmışlardı işte o zaman. Hevesle ve pür dikkkat yürümüşlerdi Quillon'un dik yokuşlarını, hiçbir yorgunluk hissetmemişlerdi. Yol saray kapısında bittiğinde müzisyen içeri alınmıştı ve çocuklar bu kez iç burkan bir hüzünle dönmüşlerdi şehre. Tek bir çocuk vardı o gün içi burkulmadan evine dönen. İşte o Louis'di. "Uzun burunlu Louis, Şıpsevdi Louis" İçinde yeşeren yeni bir meraka, yeni bir aşka yelken açmanın sarhoşluğuyla yolları koşarcasına aşmıştı ve elinden bir daha asla bırakmayacağı kemanı edinmenin yollarını aramaya başlamıştı. Tam olarak o gün elveda demişti tüm tahta kılıçlara, sopalara ve şövalye kostümlerine.
***
Camella sessiz geçen birkaç gün Antony'i evde orada burada zaman geçirirken yakalamış ve dilinin altındaki baklayı çıkarması için uğraşıp durmuştu. Antony fazla ketumdu, ağzını o konuyla ilgili kesinlikle açmamıştı. Ahıra gitmiş, kışlık erzakların sayımını yapmış, ihtiyaçları sıralamış ve yine ahıra gitmişti. Ne zaman Camella'dan kaçmak istese ahıra gidiyordu zaten.
Camella, kocasının atları ona tercih ettiğini düşünmeye başlamıştı, hatta bir gün önce bunu dile getirmişti ve Antony ona usülce, "Atlar senin kadar konuşmuyor Camella." demişti. Camella da karar almıştı, konuşmayacaktı onunla bir süre. Antony bazen fazla kırıcı oluyordu buna alışmıştı. Fakat tüm bu hırçınlığı son zamanlarda giderek artar olmuştu ve sık nüks ediyordu, buna alışamıyordu. Bir sorunu vardı ama açmıyordu konuyu, sanki Camella her şeyi kendi başına bilebilirmiş gibi.
Kapı kibarca çalındığında Camella gelenin Antony olmadığını anladı. O hiçbir zaman kibarca çalmazdı kabıyı, aksine alacaklı gibi inletirdi yeri göğü.
Kapıyı açtı ve gözlerine inanamadı. Louis ve genç bir kadın vardı tam karşısında.
"Selam Camella," dedi Louis gülümseyerek. "Sana bir arkadaş getirdim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KAYIP KILIÇ
Historical Fiction* *Watty's2018 Longlist'e girmeye hak kazandı.** "Yalnız doğru bir elde hayat bulacak ve daima doğru yolu aydınlatacak." Efsane bu kadardı, kısa ve öz. Hiç kimse bahsi geçen nesnenin nerede ve ne zaman gizlendiğini bilmiyordu. Halkın çoğu onun bir k...