KZ 2/2

2.7K 142 82
                                    


Eylül Ersel'den;

Ayaklarım çimenlerin arasında özgürlüğe kavuşurken önümdeki cennette buldum kendimi.
Koştum, penguenim: "Kavuşmamız cennetteymiş," demişti.
Biliyorum, bekliyor beni.
Mavi-yeşil bir sonsuzluğa doğru koşarken gördüğüm yerlerde Yağız'ı arıyordu gözlerim.
Bir kez daha ayrılamazdım ondan.
Artık ne o gelebiliyordu, ne ben.
Tüm şartlar bizi yan yana gerektirse bile biz olamıyorduk.
Bulunduğum yerde ona dair tek şey, onun yokluğuydu.
Ve ben cennetin ortasında tekrar öldüm.

İnsan cennette ölür mü hiç?
Cennette ölüm olur mu hiç?
Bilmiyorsun, o kadar öldüm ki...
Cennette bile sen yoktun.
Ölü bir aşk ne kadar yaşayabilir?
Ölü bir acı ne kadar yaşar?
Yakar mı ömür boyu en derinden?
Ömür dediğin nedir?
Ölü bir aşk ya da ölü bir acıdan ibaret üzüntü çığlıkları değil midir?

Ona son kez baktığımı bilsem hiç kapatmazdım gözlerimi.
Ona son kez baktığımı bile bilmiyordum ben.
Öyle yanıyorum ki, küllerim bile acıyor biliyor musun?
Bilmiyorsun.
Neredesin?

Cennetin yeryüzünde olduğunu bilseydim eğer, bindiğim bulutun üstüne seni de çağırırdım.
Ama hiç bilmiyorken kaybettim seni.
Son sarılışımızın, son sarılışımız olduğunu bilmiyorduk.
Bu bize haksızlık değil mi?

"Sen benim; öldüğümde okunacak olan, yerini kimsenin bilmediği mektubumsun." demiştin bana.
Neden hala kimse okumuyor o mektubu?
Neden sen benimle aynı sonda değilsin?
Bana elini versen, bu cennetteki tüm çiçeklerin diken olmasını bile kabul ederim.
Ama ellerini vermiyorsun.
Ellerini çok görüyorsun bana. 
Beni yalnız bırakırken gözlerime birer çizik atıp, etrafa bu gözlerle bakmamı bekliyorsun benden.
Ben seni istiyorum, bu çizik gözlerle etrafa bakmayı değil.

Düşmemek için durduğum boşlukta bebeğimi aldım kucağıma.
Her zerresi, Yağız Ersel'di...
Defalarca öptüm onun emanetini.
Yüzündeki masum gülümseme beni hafifletmeye çalışırcasına kucak açıyordu bana.
İster istemez gülümsedim onun bu duruşuna.
Evet, kızdı.
Hissetmiştim onun kız olduğunu.
"Babanı bekliyoruz meleğim," dedim kulağına yaklaşıp.
Gözleri parladı, aynı benim gibi.
Yağız gibi siyah saçlı, minik burunlu, keskin bakışlı bir melekti kucağımdaki.
Bir bulut aldı elimden bebeğimi.
Ağlayarak koştum peşinden.
Gittikçe yükseldi.
"Bebeğim!"
"Gitme, ne olur," diye yalvardım peşinden.
"Ben babamın yanında güvendeyim anne," diye bir ses duydum minik meleğimden.
"Beni de alın yanınıza," dedim hıçkırarak ağlarken.
"Beni de götür."

Cennetin kapılarını aralayıp onları içeri almak istiyordum fakat kendimde bu gücü bulamıyordum.
Yine ellerimle dokunmak istiyordum kirpiklerine.
Dünyanın bütün yükünü bırakıp sadece orada var olmak istiyordum.
Biz Yağız'la aynı acının farklı zamanlardaki haliydik.
Ama bir acıda bütünleşiyorduk.
Kimsenin ulaşamayacağı, ardında yeni bir dünya olan kirpiklerinin arasından onun yanına ulaşıp oradan hiç ayrılmamak istiyordum.
Bu bulutların arasında bir yerdeydi biliyordum.
O kadar haketti ki bu cenneti, en güzel bulutların sahibiydi.

Koşarak ilerlerken burnuma dolan kokusuyla sabitlendim olduğum yere.
Acıyla dağıldı bedenim.
Ciğerlerim sızlarken gözlerimden yaşlar akıyordu.
Titreyen ellerimle gözümdeki yaşları silip elimi havaya kaldırdım ve kokusuna tutunmaya çalıştım.
"Kokun burada, sen neredesin Yağız?" diye bağırdım etrafıma bakarken.
Ona ulaşamıyordum ve bu kalbimdeki acıyı ikiye katlıyordu.
"Kokun ciğerlerimdeyken, sen benim olmadığım bir yerde olamazsın."

Kolej Züppesi / Raflarda!Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin