1. GÜN

14 1 0
                                    

00.00

...


Genç kız bankın üzerine nefes nefese oturdu. Kulaklarındaki baskı, kalbinin hızlı ritmi ve korkmuş bakışları zemine tutunurken kısa nefeslerle doldurdu ciğerlerini. İnce parmakları bankın yüzeyini yokladı. Uzun ve ojesiz tırnakları takıldı bazı yersiz çıkıntılara. Dakikalar önce içini dolduran öfke uzaklaştı ve yerini arsız bir korkuya bıraktı. Uzun kirpiklerine yavaş yavaş korkunun ağırlığı çöktü. Mavi gözleri kapanırken ağlayamayacak kadar güçsüzdü. Tümüyle saf bir endişe kapladı bedenini. Ayakları daha büyük bir baskıyla yüklendi zemine. Ellerinin titrediğini fark ederken hemen bu konuyla ilgili bir düşünce oluştu kafasında. Blöf olduğuna inandığı tehditlerin doğruluğuyla yüzleşince gelecek adına hiçbir umudu kalmadığını hissetti. Sadece ağlamak ve aylar öncesinde kalan ailesine sarılmak istiyordu. Yapamayacağını bildiği halde bunu istemekten geri durmadı. Bütün kalbiyle, bütün hücreleriyle bunu istedi. Bütün varlığıyla bunu hissederken, kulaklarına ailesinin sesi doluyordu. Ağaçlar, deniz, koca şehir ailesine ihtiyacı olduğunu fısıldıyordu ve genç kız yoğun isteğini bastırmak için hiçbir şey yapmıyordu. Belki de yapamıyordu. Bu isteğin altında ezilirken beklemeyi tercih etti. Buna mecbur olduğunun bilincindeydi ve sadece bunu kabullenmek kalmıştı ona. Bütün bu yoğun ruh haline karşın direnişini vücuduna inme inmiş gibi asla hareket etmeden göstermekte buldu. Parmak uçları bile kıpırdamıyordu. Atkuyruğu yaptığı kahverengi, uzun saçları sanki bir anda ağırlıklarla çevrelenmişti de rüzgâr onları artık hareket ettiremiyordu. Mavi, çekik ve iri gözlerini artık bir an için bile kırpmıyordu. Sanki doğa onun hareketsizliğine saygı duyuyor gibiydi. Genç kız ailesine olan ihtiyacını sonunu kadar içinde hissetmeye ve sonrasında bundan vazgeçmeye karar kılmıştı. Zaman yağmur gibi birikti toprakta. Bir sürü ses düştü karanlık geceye, insanlar karıştı sokağı kaplayan korkuya. Banktan yükselen endişe bir ağaç gibi kök saldı şehrin bu bölgesine. Yağan zamanla birlikte iyice tutundu asfalt dolu toprağa kök salan endişe ağacı. Genç kız gözyaşları konusunda daha dirençliydi. Hemen yanında bir fidan filizlendi. Gözlerindeki çekimden kurtulup, ailesine olan ihtiyacını yokmuş kabul etti. Fidan büyük bir ağaç oldu. Bu şehir artık endişeliydi.

Dinginliğe kavuşan vücudu bir nebze olsun gevşedi ve sırtı bankın yüzeyiyle buluştu. Sırtını yasladığı sert yüzey sekiz ay süren korkutucu tecrübesini zihnine düşürdüğünde kalbi hemen hızlandı. Dolgun dudakları aralandı. Rüzgâr belirgin elmacık kemiklerinden sivri çenesine doğru uzandı. Hemen ardından küçük ve güzel burnunun üzerini okşadı. Genç kız annesinin özlediği şefkatini sıcak meltemlerin arasında buldu. Anılar şimdinin yalancısıydı. Gökyüzü mavisi gözleri sağa sola dokunurken nabzını hızlandıran şey tekrardan çiğ bir siren sesi oldu.

Suratı kireç gibi beyazlarken, vücudundaki kan akışının hızlanmasıyla hareketsizlik tekrardan bedenindeydi. Az önce yüzünü kavrayan el karanlığı delip yine ona dokundu. Omuzlarından çekilip sırtını banka dayayan görünmeyen bir güçle iyice irkilirken, yaklaşan siren sesiyle titredi. Yüzünü kavrayan bir el ya da omuzlarını banka yaslayan biri yoktu. İlk defa duyduğu homurtulu ses argo kelimeler mırıldandı. Uzaklardan gelen metalik ses sağ şakağında kendini hissettirdi. Sağ eliyle anında şakağını yokladı. Hiçbir şey yoktu ama soğukluğu hissedebiliyordu. Silahın buz gibi yüzeyi bu ağustos akşamı için bir lütuf olsa da işlevi genç kızı korkutuyordu. Zihnine dolan kelimelerle genç kız yavaşça ilerleyen polis arabasına karşı bu defa hareketsiz kaldı. Gözlerinin önünden akıp geçti polis arabasının renkli ışıkları. İkinci ve son şansıydı bu. Bu defa denemek, şüphe etmek yoktu çünkü ailesine ihtiyacı olduğunu biliyordu ve onları hayatta tutması için şüphe etmek kavramından sıyrılmalıydı. Diğer her şey gibi bunu da öğrenmesini sağlamışlardı.

Karanlıkta kaybolan polis aracının mavi kırmızı ışıkları, şehrin bu bölümüne yayılan öfke bulutunun içinde yitti. Genç kız gözlerini önüne düşürüp yaşadıklarını anlamayı umdu. Bütün yaşadıklarının bir anlamı olmalıydı. Böyle umuyordu genç kız. Evet, bir anlamı ve bir amacı vardı 8 aydır yaşadıklarının. Genç kız kendinden istedikleri şeyi düşündü. Her gün bıkmadan kendini yineleyen soruyu düşündü. Boğazını yokladı elleri. Titreyen bedeninin ardından, sıcak meltem yerini uğursuz bir soğuğa bıraktı. Bu düşünce onu öldürecekti, bunu biliyordu çünkü bunu düşündüğünde hissettiği şey ölüm soğuğuydu. Omuzlarını yukarıya doğru çekip düşünmeye devam etti genç kız. Ölüme yürümek gibiydi bunu düşünmek ama yapması gerektiğini biliyordu. Aynı tonda kaybolan harflerin bir anlamı vardı. Tek düze cümleyi hemen kulaklarında hissetti. "Adam nerede?"

273 gündür tutulduğu karanlığın tek amacı bu sorunun cevabıydı. Şu anda gökyüzünü görebilmesini de bu sorunun cevabına borçluydu. Bu sorunun cevabı karşısında özgürdü. Bu düşünce aklına düştüğü gibi onu histerik bir gülümsemeye itti. Dudaklarının kenarları samimiyetten uzak olarak yukarıya büküldü. Kendine acımak geliyordu içinden. "30 gün!" dudaklarından dökülen kelimeler onu hayatın acımasızlığına karşı isyana sürükler gibiydi fakat tekrardan sessizliği seçti. Kimi aradığını bile bilmeden o kişiyi bulmak için otuz günü olduğunu bilmek onu bile gülümsetiyordu. İçinden bankı devirmek, yanındaki meşe ağacını tekmelemek, yoldan geçen arabalara taş atmak geldi. Öfkeliydi. Kimi aradığını bilmeden birini bulmasının istenilmesi onu da diğer herkeste olacağı gibi deli ediyordu.

Yüzü tekrar gerildi. Bir kere daha polise gitmeyi deneyebilmeyi umuyordu fakat bu kadar cesur değildi. Adamlar silahı kafasına dayayıp, ev adresini söyledikten sonra, ailesinin resimlerini gösterdiğinde ciddiydi. Ciddi olduklarını kanıtlamak için kardeşinin kolunu koparmayı teklif etmişlerdi. Genç kız ürperdi. Kendisinden sekiz yaş küçük kardeşi aynı ona benziyordu. Saçı, dudakları, burnu... İkiz gibi aynılardı. Onun zarar gördüğünü düşündüğü an midesinde bir kasılma oldu genç kızın. Karanlık üzerine çullandığında ilk defa kendinde bilmediği birini bulma gücünü buldu. Midesi hemen dişlerinin arkasında birikmişti. İlk defa buna inandığını hissetti. Üstelik zaman bile kaybetmek istemiyordu. Biran önce elindeki tek ipucuyla hareket edip ailesine kavuşmayı istedi. Onlara sarıldığı o an gözlerinde canlanırken bu defa sıcacık bir gözyaşı sağ yanağını usulca ıslayarak dudaklarına karıştı. Yüzünde bir yangın vardı. Umudu yavaşça alevleniyordu.

Ana cadde de, caddeye dönük bir bankta, sırtını denize çevirmiş bekliyordu. Bir an için denizi ne kadar sevdiğini düşündü. En azından eskiden severdi. Duvarı döven dalga seslerini işitti. Derin bir nefes aldı. Ciğerlerine deniz doldu.

Zaman ilerledikçe yoldan geçen arabaların seyrekleşmesiyle daha kolay düşünür oldu. Yaşamayı ne kadar özlediğini anımsarken zihninde büyüyen asıl soru hiç tanımadığı ve hakkında hiçbir şey bilmediği bir adamı nasıl bulacağıydı. Gözlerini kıstı. Nefesi parça parçaydı artık. Kendisine sorduklarına göre onu tanıyor olmalıydı. Kimleri tanıdığını düşündü ve sanki ailesinden başka kimsesi yokmuş gibi bir düşünceye kapıldı. Ardından uzun süre karanlıkta ve sessizlikte kaldığını anımsayıp hatırlamamasının normal olduğu kanaatine vardı. Hak verdi düşüncelerine. Delirmediğine şükretmeliydi.

Bir süre daha bekledi. 30 gün uzun bir süreydi tabi sonunda tekrar o aptal yere dönmek olmasaydı. Cebindeki kağıdın ağırlığı çöktü bacaklarına. Halbuki kalkıp biraz yürümek istiyordu ama başaramadı. Zihni onu biraz daha karanlığa itti. 8 ayı anımsadı. Her geçen günü düşünüp başa, en başa döndü. Her şeyin başladığı o an... Genç kız zihnindeki parlamayla sanki her an uçup gidecek bir kelebek gibi, fikrini ele almadan önce sakin olmaya çalıştı. Pek başarılı olamasa da sonunda kaçırıldığı günü anımsadığını hissetti. Eve giderken çok ani bir kararla gittiği o yeri düşündü. Orada kaçırılması nasıl mümkün olabilirdi? Şehri bir an da sessizlik bürüdü. Dalgalar bile sessizleşti. Kız dirseklerini dizlerinin üzerine bıraktı. Tabi takip edilmediyse... Sol gözü seğirmeye başladı. Bütün gün takip edilmiş olabilir miydi? Kendini kocaman bir boşlukta hissediyordu. Sonra bir düşünce daha filizlendi. Aradıkları adamın kim olduğunu bilmiyor olabilir miydi bu adamlar? Bu düşünceyi sevdiğini hissetti. Bir B planı düşürdü aklına. Eğer gerçekten aradıkları adamı tanımıyorlarsa en son sıradan bir adamı onlara götürebilirdi. Duraksadı. Su birikintisindeki yansıması iyice şekillendi. Gözleri, burnu dudakları ayrıntılı bir hal aldı sanki. Kendini gördüğüne inandığında midesinde yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunu kavradı. Kafasını kaldırıp caddenin karanlığından bir nefes çaldı. Sonra tekrar başını eğdiğinde bu defa midesinden yükselen sancıyı hissetti. Gözlerini tekrar kopardı yansımasından. Bir nefes daha... Bu defa yansımasına bakmadan önce gergin hissettiğini fark etti. Kendini görmeye dayanamadığını düşünüyordu. Çok geçmeden bedenindeki uğursuz hissiyatların kaynağının az önceki düşüncesi olduğu kanaatine vardı. Suçsuz birini suçlamak! Bu onun yapabileceği bir iş değildi.

Hızlı ama belli belirsiz kafasını sağa sola salladı. Saçları yanaklarını okşuyordu. Rüzgâr bankın üzerine düşen elini öptü. Henüz B planı yapmak için erken olduğu kanaatine vardı. Bedenini tekrar karanlıkta hissetti. Düşünürken yalnızlaşıyordu. Peki, bu insanlara, aradıkları adamı kendisinin tanıdığını düşündüren şey neydi? Derin bir nefes aldı. Gözlerini kısmış sadece bu soruya odaklanmıştı.

Ne yapmalıydı şimdi? Nereden başlamalı? Eli istemsizce saç diplerine gitti. Tek hissettiği endişeydi artık. Sonunda oturduğu banktan hızla fırlayıp kendini yola attı. Cebinde beş kuruşu olmadığını biliyordu ve zaten elini cebine sokmayı istemiyordu. Bütün bu saçmalık nerede başladıysa oraya gitmeliyim diye düşünerek ailesi dışında hatırladığı tek yere gitmeye karar verdi. Korna seslerinin gergin uzayışları genç kızın yüzünü asmasına sebep oldu. Zihni bir tür uykuya dalmıştı. Caddenin ortasından ilerlediğinin farkında bile değildi. Hızla onu geride bırakan arabalardan birinden dışarıya sarkan adam ağır ithamlarda bulundu. Genç kız sadece gideceği yeri hatırlamaya çalışıyordu. Az önce aklındaydı! Zamanla kol kola girdi. Caddeyi üçüncü defa karşıya geçerken keskin bir fren sesiyle kendini geriye doğru attı. Bir parça nefesi damağına yapışmıştı. Kocaman oldu arabanın farlarında belirginleşen mavi gözleri. Yüzünde dehşetten ufak bir iz vardı. Taksiden gelen kapı sesiyle yeniden irkildi genç kız. Ne yaşadığını henüz algılayamamıştı ki çevresine baktığında gördüğü şey canını sıktı. Caddenin ortasına ne zaman gelmişti?

"Aptal kadın!" dedi taksici öfkeyle genç kızın üzerine yürürken. "Bizi de kendini de öldürtmek mi istiyorsun?" dedi bir çırpıda. Tükürük gibiydi kelimeleri. Yapmacık bir "Üzgünüm." Demekle yetindi genç kız. Taksici için bu yeterli olmasa gerek ki birkaç küfür savurdu ortalığa. Genç kız duyduklarının utancıyla ezildi. Asla küfür etmemişti daha önce ama şimdi duydukları... Duraksayıp "Özür diledim." Diye somurtarak ayağa kalktı. Taksici daha da sinirlenip genç kızın üzerine yürürken bir kadın sesi karıştı bu korkutucu tartışmaya. "Abi tamam kız görmedim, dedi işte ne abartıyorsun. Kimseye bir şey olmadı." Dedikten sonra taksici koyu renkli, küçük gözlerini devirerek taksisine ilerledi. Alnında biriken boncuk boncuk terleri gömleğinin sağ koluyla bir çırpıda silip attı.

30 GÜNWhere stories live. Discover now