2.GÜN

3 1 0
                                    

  Silahlarla biraz daha yakın temas halinde olmaya başladıklarında vücuduna komut vermeden yürüyebildiğini ilk defa fark ediyordu Hanzade. Tabancanın baskısını sırtında, omzunda, boynunda, kafasında ve hatta bacaklarında hissediyordu. Selin'in önünde, verilen komutlar doğrultusunda ilerlemeye devam etti. Önce mutfaktaki adanın etrafını dönüp, havuzlu bahçeye açılan cam kapıyı geçtiler. Ardından kapıdan çıkıp uzun bacaklı ve altın varaklı sehpa yönünde birkaç büyük adım daha ilerlediler.

"Hızlı!" dedi etrafını çevreleyen silahlı adamlardan herhangi biri. Hanzade söyleneni yerine getirmek için hızlandığında başka bir tanesi "O kadar değil!" diye ekledi burnunda et var gibi homurdanarak konuşmuştu. Hanzade tekrardan söyleneni yerine getirmek için bir tık daha yavaşlayıp, eskisinden hızlı olmaya çalıştı. Gri, geniş parke zemindeki ayak sesleriyle yüksek tavanlı bir çeşit salona ulaştılar. Sol omzunu kavrayan el ona durmasını söylüyordu. Hanzade durduğunda geriye dönüp Selin'e bakmadı. Havaya kaldırdığı ellerini yavaş yavaş indirirken, koltukların arkasındaki duvarları kaplayan kütüphanelere baktı. Her birinde renklerine göre geçişler sağlanarak sıralanmış belki de bin tane kitap vardı. Aynı mutfaktaki gibi sol taraftaki açık bahçe kapısı da cam bir yüzeye oturtulmuştu. Sadece şöyle bir bakıp ne görebileceğini düşündü Hanzade. Aydınlık bahçe uçsuz bucaksı gibi duruyordu. Aşağıya indirdiği elerlini göğsünde bağladı. Kapının arkasındaki hasır sallanan sandalyeyi iyice süzüp tekrardan evi incelemeye koyuldu.

Şöminedeki ateş hala yanarken, bu ağustos akşamında şömine yakmanın mantığını düşünmeye durdu. Uzun uzun bu konuyu beyninde tartmak için hazırdı ki keman gıcırtısını andıran bir ses bütün fikirlerini yüksek bir binadan aşağıya döktü. "Efendim, mutfakta bulduk bu kaçakları."

Yaklaşan sert adım sesleri Hanzade'nin zemin gibi titremesine sebep olurken, bunu gizlemesi için bedenini deli gibi sıkmaya başladı. Saçları yanaklarından yüzünün kenarlarına düştü. Mavi gözleri büyürken pişmanlığı hissetti. Gözlerini kapatıp bir an için görünmez olmayı umdu. Karanlık elbette ki ses geçiriyordu. Gözlerinin kapalı olmasına rağmen ayak seslerinin hemen karşısında durduğunu tahmin etti.

Silahın serin yüzeyi tekrar kendini hissettirdi fakat bu defa ensesindeki baskı somuttu.

"Küçük hırsız Selin Havzan!" diye ekledi kış kadar soğuk bir ses. Gözlerini ufak ufak aralarken ne göreceği hakkında kafasında az bir fikir oluşmuştu Hanzade'nin.

Düz kaşların süslediği köşeli yüzü, uzun sayılabilecek, özenle taranmış kumral saçlar izliyordu. Gür kaşların altında mavi yeşil olması dışında oldukça sıradan gözler vardı. Hanzade gördükleriyle şaşırmadı. Aradığı soğukluğu görebiliyordu.

Belki de çenesi yoktu adamın ve dudakları sanki saniyeler önce birbirinden ayrılmış gibiydi. Çekinerek baktığı surattan akın akın üzerine saldıran şey kendi acizliğiydi. Sanki bu mavi yeşil gözler ona ne kadar aciz olduğunu söylemek için yaratılmıştı.

"Asla ders almıyor Havzanlar!" diye ekledi uzun boylu ve normal cüssedeki adam. Soğuk sesi samimiyetten uzak bir gülümsemeyle, korku saçmaya devam etti.

"Ben de seni arıyordum." Dedi üzerlerine yaklaşan kibirli adam. Hanzade, Selin'in sol omzunun arkasında olduğunu hissetti çünkü adam sürekli oraya bakarak konuşuyordu.

Yavaşlayan düşünceleriyle bir saniye için durdu Hanzade. Ona dönen mavi yeşil gözleri hiçe saydı ve saniyeler öncesine yöneldi. Bu kibir yuvası adam, yeni arkadaşına adıyla hitap etmişti. Birbirlerini tanıyor olmalıydılar. Peki, bu içinde bulundukları durum göz önünde bulundurulursa yanlış bir şey miydi?

Gözlerindeki perde kalkarken ona yaklaşan ve boynundaki zümrüt kolyeyi kavrayan elle geri gitmeye çalışsa da ensesindeki silah hareket alanını hızla kısıtladı. Öylece dikilirken adamın gözleri üzerine düştü. Başparmağıyla taşı ovaladıktan sonra biraz daha inceledi adam Hanzade'yi. "Bir suç ortağı..." diye ekledi masalımsı bir sesle. Hanzade istemsizce yüzünü ekşitti. Hayır diye çıkışmamak için zor tutuyordu kendini. Bütün bu saçmalığın kendi planı olmadığını haykırıp kurtulmak istiyordu ama doğrunun bu olmadığını da biliyordu.

Adam zümrüdü yavaşça bırakınca bir kor düştü Hanzade'nin köprücük kemiklerinin arasına. Yutkundu ve azarlanan bir çocuk gibi gözlerini zemine sakladı. Cesareti kırılıyordu kırılmasına ama asıl canını yakan gururunun da kırılmasıydı. Bir hırsız gibi yargılanacaktı artık çünkü hırsızlık yapmıştı. Kibir yuvası adam işaret parmağını yarım bir daire yapıp Hanzade'nin çenesinin altına koydu. Başparmağıysa tehditvari bir şekilde çenesinin ucuna dokundu. Yavaşça kafasını kaldırıp gözlerine bakması için bekledi. Hanzade kırılan gururu ve kaybettiği değerleri yüzünden utanç içindeydi. Karşısında duran adamın gözlerinin içine bakamamasının da tek sebebi buydu. Artık onun için korku çok sonralarda kalmıştı.

"Bu bana ait küçük hanım." diye ekledi adam. Hanzade sonunda gözlerini dikti ve ne söyleyebileceğini düşündü. Ardından belki de asla söylememesi gereken bir söz çıktı ağzından. "Üzgünüm." dedi özür dilercesine. Adam alt dudağını dişledi ve Hanzade'nin çenesinin altındaki elini çekip parmaklarını tarak gibi saçlarından geçirdi. Yüzünde ızdırap dolu bir gülümseme vardı. Joker'i anımsatan gülümsemesiyle kafasını hafifçe yukarı kaldırdı. Adem elması hareketlendi ve sağ elinin parmaklarını hızla Hanzade'nin boğazına sardı. Aynı anda suratında korkunç bir öfke oluştu. Ensesindeki silahın baskısı kaybolurken Hanzade'nin gözleri yuvalarından fırladı. Adam büyük bir baskıyla kızı iki metre kadar geriye doğru itip sırtını duvara çarptı. Hanzade eliyle adamın bileğini tutup nefes almak için uğraşırken yüreği öylesine hızlanmıştı ki sanki göğüs kafesinin kemikleri artık yoktu. Aralanan dudakları bir parça oksijen için hızla morarmaya başladı. Midesinden başlayarak vücuduna yayılan uyuşma hissi, adamın gözlerindeki öfke kadar netti. Nefesi için yalvarmak istiyordu ama babasını düşündü.

30 GÜNWhere stories live. Discover now