Dağınık olanı topladığında bir daha dağıtmamaya çalışır insan. Düzeni bozmamaya çalışırken de kendisi dağılır bir yandan. Ben de paramparça olan ruhumun her zerresini önce dağıtmış sonrada toplamaya çalışmıştım. Ve bir arada tutmaya çalışırken aslında daha çok parçalanıp dağıldığımı fark edememiştim. Hayat böyleydi toplarken dağılıyor, ağlarken gülüyor, acı çekerken mutluymuş gibi yapıyorduk. O "gibilerin" bizi yavaşça öldürdüğünü bilmeden. Asıl gerçekler bunlardı işte hayatın ta kendisiydi bu gerçekler.
...
Kulağımın içine usulca sızan bir ninni dinliyordum sanki. Bazen bir şarkı duyarsınız ve" işte bu benim şarkım " dersiniz tam da öyle bir anın içine sıkışmıştım. Yanımda oturan kızın kulaklığından kulağıma ulaşan şarkı beni benden almıştı, yol boyunca aynı şarkıyı dinlemişti tabi bende onunla. Birden kulaklığını çıkardı " Yves Montand, Les Feuilles Mortes" dedi. Sanırım şarkının adı buydu. "yani şarkının adı bu çok beğendin sanırım yolun başından beri benimle dinledin de " dedi hafifçe gülerek. Bende gülerek " biraz beğenmiş olabilirim" dedim. " yapma ama biraz mı" diye mızmızlandı. Buna şaşırdım " tamam kabul aşık oldum" diyerek iki elimi teslim olur gibi havaya kaldırarak. Sonra elimi indirdim " ben Soluk Keskiner memnun oldum tuhaf kız " dedim. Aynı şekilde elini uzatıp elimi sıkarak "Nilay Yıldırım en az benim kadar tuhaf olan kız" dedi. Sonra sırıtarak kafasıyla elinde kulaklığın tekini işaret etti hevesle başımı sallayarak teklifini kabul ettim. Sonrası ikimizin içinde sessiz geçti. Şarkıyı dinlerken aklıma annem geldi kendisi bir edebiyat öğretmeniydi ve Fransız kültürüne aşıktı ve böyle şarkılara bayılırdı. Üniversiteye giderken Fransız eserlerini okumak için Fransızca bile öğrenmişti sonuç olarak benimde çok iyi olmasa da Fransızcam vardı. Şarkının bazı sözlerinin anlamına bayılmıştım.
Düşen yapraklar kürekle toplanır.
Hatıralar ve de pişmanlıklarda öyle.
Ve kuzey rüzgârı alıp götürür onları
Unutulmuşluğun soğuk gecesine.
Görüyorsun, unutmamışım bana söylediğin şarkıyı
Bizi bir araya getiren bir şarkı bu.
Sen beni seviyordun, ben de seni
Ve beraberce yaşıyorduk ikimiz,
Sen beni, ben de seni seviyordum.
Ama hayat ayırır sevenleri,
Usulca ses çıkarmadan.
Ve güneş siler, kumdaki ayak izlerini, ayrılmış sevenlerin.
...
İkimizde müziğin büyüsüne kapılıp ineceğimiz durakları kaçırmıştık. Metrodan indiğimizde bu halimize deli gibi gülmüştük. Sonra ani bir kararla beraber takılmaya karar verdik. Bir elim cebimde ıslık çalarak ilerliyordum hızlı yürüdüğüm için Nilay bana söylenerek arkamdan geliyordu." Kaplumbağalara haksızlık yapıyorsun Nilay " dedim arkamı dönerek bir yandan da kıpkırmızı olmuş suratına gülüyordum. " ne alaka be " dedi çirkefleşerek, " dünyanın en yavaş şeyleri onlardı ama artık birinci sırayı sana kaptırdılar yazık ettin onlara Nilay " dedim. Nefes durdu ve biraz eğilerek ellerini dizlerine yasladı doğrulmadan bir elini kaldırıp bana orta parmağını çıkardı. Başta şaşırdım ama yanımızdan geçen teyze " gençlik bitmiş, biz gençken sokakta küfür mü ederdik yazıklar olsun" dediğinde Nilay'ın kızaran yüzüne kahkalarla gülüyordum. " teyze senin gençliğin muhtemelen taş devrindeydi o dönemde küfür mü vardı da sen edecektin " dedim bu sefer Nilay da bana katılarak deliler gibi gülmeye başladı. Elini havaya kaldırarak " çak " dedi. Tam eline vuracakken elini çekerek dil çıkardı "çak" dedikten sonra elini geri çekmekte neydi gıcık oluyordum buna. Biraz daha yürüdükten sonra ünlü bir kahve markasından kahve almak için içeriye girdik ve kahve siparişlerini verdik. Arkamızdan etkileyici ve tanıdık bir ses " kızların kahve ücretini buradan al birader" diyerek para uzatan bir el uzandı önüme. Tam arkamda adama saydırmak için önümü döndüğümde geçen gün motoruma binen adam olduğunu farkettim. " sen, sen niye ödüyormuşsun beni kahvenin parasını " diyerek işaret parmağımı yüzüne doğru salladım. Hafifçe gülerek işaret parmağımı tuttu ve" sakin ol kızıl, geçen gün ki borcumu ödüyorum " dedi. "ne borcuymuş " diyerek araya giren Nilay ile ikimiz de ondan tarafa döndük. Toprak'ı şüpheyle süzen gözlerini biraz daha kısarak bir anne edasıyla " sen kimsin " diye sordu. "Toprak" "Toprak" diyerek ikimiz birden cevap verdik. Hala parmağı tuttuğunu fark ederek bir hışımla elimi çektim. O gün bir teşekkür bile etmede üstelik benimle dalga geçerek gitmişti bay ukala. Nilay'ın elinden çekerken" senin olsun kahve " diye bağırarak kafeden çıktım. "Soluk o dünya dışı yakışıklı yaratıkta kim meraktan öleceğim şimdi " diyen Nilay'a sinirli bakışlar atarken elinde iki kahve ile gelen bay ukalayı gördüm, arkamı dönmüş gidecekken " Soluk" diye bağırdı. Çatmış olduğum kaşlarım ben farkında dahi olmadan gevşedi. Arkamı döndüm derin bir nefes ihtiyacımı yok sayamadım ve derin bir nefes aldım ama o an burnuma başka bir koku geldi. Derin bir nefes daha alıp o kokuyu içime hapsetmek istedim. Yavaşça yutkunarak gözlerimi gözlerine çıkardım. Gözleri, sanırım yeryüzünden cehenneme uzanan tek yerdi. Gözleri sanki yanıyordu elaları birkaç ton koyulaşmış şuan kahverengi duruyordu "dudakların" dedi içten gelen boğuk bir sesle. O an dilime gelen kanla dudağımı ısırdığımı farkettim. Ceketinin cebinde bir mendil çıkardı ve dudağıma uzattı eli dudağıma değmeden kendimi çektim "teşekkürler " diyerek elindeki mendili aldım. Etrafımızı elektrik yüklü bir akım sarmıştı sanki ikimizden biri bu anı bozarsa yanacakmışız gibi hissediyordum. " aranıza girmek istemem ama soluk beni eve gitmem gerek geliyor musun?" diyen Nilay sayesinde gerçek dünyaya hızlı ve sert bir şekilde iniş yaptım. Toprak üstünde adım yazan kahveyi bana uzatınca ismimi de nasıl öğrendiğini anlamış oldum. Elinde kahvemi alarak yanından uzaklaşmaya başladım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SOLUK (Kafes)
Teen Fiction... Ölüm; ruhu esaretten kurtaran bir af. Yaşam; bedene can katmak için ruhunu kurban veren bir anne. Araf; bir annenin bacaklarının arasından akan parça parça akan kanla ruhunu da kendini de kaybettiği bir an. Araf annesinin rahmine tutunmaya çal...