Multimedia'da Başak var. :*
“Sana son kez söylüyorum Derin. O hayatımın aşkı ve onu her ne olursa olsun bulacağım.” Deyip son noktayı koyduğumu düşünürken, benim biricik arkadaşım bunu uzatmakta kararlı gözüküyordu.
“Allah Aşkına Başak! Olmayan birini nasıl bulacaksın?! Ayrıca sen ne aşkından bahsediyorsun? Rüyanda gördüğün birine aşık olamazsın!” kantindeki birkaç kişinin bize bakmasıyla ona susması için bir bakış attım ve onun tersine daha kısık bir sesle konuşmaya başladım.
“Bak. Beni anlamaya çalış lütfen. O komur karasi saçları ve parlak siyah gözleri aklımdan bir türlü çıkmıyor! Gerçek gibiydi. Hatta kokusunu bile almıştım. Tıpkı nane gibi kokuyordu.” Bu dediğimden sonra gözlerini devirdi.
“Başak rüyanda nasıl kokusunu-“
“Ne konuşuyorsunuz bakalım?” diye lafa dalan Emre’ye, Derin öldürücü bakışlarından yolladı. Konuşmasının yarıda kesilmesini pek sevmezde.
“Emre. Sana daha kaç kez söyleyeceğim? BİR DAHA BEN KONUŞURKEN SÖZÜMÜ KESME!” Emre kıkırdayıp Derin’in yanağına bir öpücük bıraktı ve yanına oturdu. Yoo onlar sevgili değil. Biz kardeş gibiyiz. Çok küçük yaştan beri böyleyiz.
“Eee? N’oldu senin şu rüyandaki meteor?” meteor derken eliyle havada hayali tırnak işareti yaptığı için ona gözlerimi devirdim. “Çok iyi. Yakında evleneceğiz. Düğünümüze bekliyor.” Dediğimde gözlerini devirdi.
“Bak Başak. Onu aklından çıkar. Öyle biri yok. O sadece senin hayal ürünün. Üzgünüm ama dost acı söyler.” Dediğinde, bir an haklı olduğunu düşündüm. Tam olarak 2 ay 18 gün önce –evet saydım- gördüğüm bir rüyadan sonra hayatımı o çocuğu bulmaya adamıştım. Belki de gerçekten öyle biri doğmamıştı bile. Belki de varolmayan birine imkansız bir şekilde aşık olmuştum. Ama çıkaramıyordum ki onu aklımdan. Emre’nin “Heyoo? Daldın gittin.” Demesiyle kendime geldim ve o çocuğu bir daha konusunu açmamak üzere beynimdeki tozlu raflara kaldırdım. Onu unutacaktım ve hayatıma devam edecektim.
Zifiri karanlık odada etrafa bakındım. Etrafıma bakmam hiçbir işe yaramamıştı çünkü etraf zifiri karanlıktı ve hiçbir şey gözükmüyordu. “Kimse yok mu?” diye bağırmamla sesim yankılandı. “Hey?” diye tekrar bağırmamla birkaç adım sesi duydum. Uzakta bir silüet görene kadar bu adım seslerini duymaya devam ettim. Silüet yavaş yavaş bana yaklaşınca yüzüde görünmeye başladı. Ama hala kim olduğu anlaşılmıyordu. “Sen kimsin?” dememle birkaç adım daha bana attı ve yüzü artık tamamen görünüyordu. Bu “O”ydu. Elimi yavaşça yüzüne yaklaştırdım ve yanağına dokundum. Bana gülümsedi. Aşık olduğum yüzünü bana biraz daha yaklaştırdı. Yüzlerimiz arasında birkaç santim vardı. “Adın ne?” diye fısıldadım. Sadece gülümsemekle yetindi. Yavaşça yüzünü uzaklaştırdı ve geriye döndü. “Hey! Nereye gidiyorsun?!” diye arkasından bağırdım. Bana dönmeden yürümeye devam etti. “Adını söyle bari!” adımlarını yavaşlattı ve tamamen durdu. Yüzünü çok hafif döndürdü ve “Kuzey.” Diye mırıldandı…
Saatimin sesiyle uyandığımda yatakta oturur pozisyona geldim. Tam ondan vazgeçmeye karar vermişken rüyamda onu görmem pek iyi olmamıştı.
Sonunda kendime geldiğimde banyoma gidip yüzüme soğuk su çarptım. Sonraysa gardrobumun karşısına geçip kıyafetlerime bir göz gezdirdim. Sonunda siyah yırtık skinny ve rolling stones tişörtümde karar kıldım. Üstümü giyinip aşağı indiğimde annemi görmemle olduğum yerde kaldım. İki hafta sonra gelmesi gerekirken şimdi gelmişti. Annem çok ünlü bir şirketin yöneticisi olduğundan sürekli iş gezilerine gidiyordu. Bir hafta önce gitmişti ve normalde üç hafta daha orada kalmalıydı.
Sonunda üzerimdeki şaşkınlığı attım ve koşarak anneme sarıldım.
"Seni çok özlemişim bebeğim." diye fısıldadı annem.
"Ben de seni anne." dedim ve kollarının arasından çıktım. Kahvaltı masasında iki tabak, kahvaltılıklar ve Melek teyzenin meşhur pankekleri vardı. Melek teyze uzun zamandır yanımızda çalışıyordu ve benim üstümde çok emeği vardı. Bir haftadır kahvaltı yapmıyordum. Zaten pek sevdiğim de söylenemezdi. Ama sırf annemi kırmamak için kahaltı masasına oturdum.
Annem de karşıma oturduğunda kahvaltımızı yapmaya başladık. Biz özlem giderirken annemin bir anda sorduğu soruyla portakal suyum boğazımda kaldı.
"Eee? Kalbini kazanan yakışıklı var mı hiç?"
Sonunda kendime gelince anneme cevap vermem gerektiğini hatırlayıp net ve kesin bir şekilde "Hayır." dedim. Sonunda kahvaltımız bittiğinde saate baktım ve yalnızca 20 dakikam kaldığını gördüm. Ayaklandım ve anneme
"Ben çıkmalıyım anne. Geç kalacağım yoksa." dedim ve yanağından öptüm.
"Tatlım ben sen gelmeden yine gideceğim." dediğinde içime yüz tonluk bi öküz oturdu. Bu kadar erken miydi yani? Sonunda annemle vedalaşıp evden çıktığımda 15 dakikadan az vaktim kalmıştı. Koşa koşa sonunda okulu görünce rahatladım. 5 dakika sonra ders başlayacaktı. Okuldan içeri girdiğimde herkes bana bakmadı. Nerdeyiz biz klişe bir filmde mi? Hah.
Gözlerime koridoru taradım ve sonunda Derin ve Emre'i görünce gülümseyip yanlarına gittim.
"Başak, sen gelmeden önce bir çocuk geldi kaydını yaptırdı ve gitti. Görsen o kadar taştı ki. Ağzın açık kalırdı valla." dediğinde kıkırdadım ve zilin çalmasıyla sınıfıma gittim...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
OHA.
Teen FictionBaşak Akay, gördüğü bir rüya nedeniyle hayatını hiç görmediği, belki de gerçek olmayan birini bulmaya adamış. Çevresindeki herkes bunu unutmasını, öyle birinin olmadığını söylerken, o asla vazgeçmiyor. Ne dersiniz? Belki de bir gün, tam vazgeçmişken...