Yere tükürdüm ve sert bir şekilde adamın gözlerine baktım. Tükürüğüme karışmış kan o an için midemi bulandırmadı. Tüm vücudum acıyla çalkalanıyordu."Def ol git, seni bir daha uyarmayacağım." Adama son kez baktım ama bu sefer ne söyleyebileceğimi bilmiyordum. Çok aciz hissediyordum ve artık ne kadar uğraşsam da 5 yaşında bir çocuğun arabasını geri isterkenki halinden daha fazla ciddiye alınır görülmeyi başaramıyordum.
Bu yüzden sadece arkamı döndüm ve sarsak adımlarla yürümeye başladım. Ayakta durmakta zorlanıyordum ama iki dakika, diye hatırlattım kendime. Şu sokağı geçene kadar dayan.
Ardımda bıraktığım adamı şaşırttığımı biliyordum. Saatlerdir beni dövdürmekle uğraşıyordu ve hiçbir zaman pes etmeyeceğimi sandığını tahmin edebiliyordum. Sokak her saniye gözümde biraz daha uzuyordu ve adımlarımın kontrolü artık bana ait değildi. Karşıdan yaklaşmakta olan bir silületi zar zor seçiyordum ama görüşüm öyle bulanıklaşmıştı ki kim olduğuna dair bir fikir üretebilecek durumda değildim.
Artık kendimi kaybetmek üzere olduğumu fark ettiğimde o an aklıma gelen ilk şeyi yaptım ve silüete tutundum. "Lütfen," diye fısıldadım güçsüzce. "Beni kırmızı eve kadar götür." Ne kırmızı evi ne de karşımdaki insanı görebiliyordum ve bu son derece düşüncesiz bir hareketti.
"Tamam." dedi sakince. Erkeksi bir sesi vardı ama kulaklarım uğuldamaya başlamıştı ve tam farkına varamıyordum. Gözlerim artık işlevini yerine getirmediğinden yavaşça gözlerimi kapattım ve kolumu adamın koluna sardım. O yürüyordu ve ayaklarım onun arkasından sürükleniyor gibiydi.Umarım söylediğim yere gidiyoruzdur diye düşündüm ve gücüm olsaydı önce bu düşünceme güler sonra da acizliğime ağlardım.
Kısa bir süre yürüdük. Kollarımız birbirine bağlıydı ve boyunun uzun olduğuna karar vermiştim. Sonra ansızın durduk. Bir nebze de olsa dinlenmiş gözlerimi açtım. Kendimi kırmızı binanın yanında bulunca gülümsedim ve bu yüzümdeki yaralardan birkaçının acımasına neden oldu.
Ağzımı açtım ama konuşamadım. Ona teşekkür etmek istiyordum, beni o adamın bakış açısından çıkarttığı için minnettarlığımı belirtmek istiyordum ancak bunun yerine sadece yere çöktüm ve gözlerimi kapatarak biraz dinlenmeye çalıştım.
Bir kıpırtı sesi duydum ve hemen ardından dizime birinin değdiğini hissettim. O da yanıma oturmuştu.
"Teşekkür ederim," dedim kalan son gücümle.
"Hastaneye gitmek ister misin?" Busoruya yanıt verecek gücüm bile yoktu, hışımla başımı olumsuz anlamda salladım ve kafam omzuna düştü.
Uyandığımda bu yaptıklarımdan çok pişman olacağımı biliyordum ama anın verdiği rahatlık etkisiyle omzunda uyuyakaldım.
***
"Hey, artık gitmem gerekiyor." İrkilerek gözlerimi açtım ve kafamı adamın omzundan kaldırdım. Ayağa kalkmaya çalıştım ama bunu yaparken birkaç kez sendelememi engelleyemedim. "Özür dilerim," diye fısıldadım sonunda ayağa kalktığımda. İlk defa karşımdaki kişiyi inceleme fırsatı bulduğumda sandığım kadar büyük olmadığını fark ettim. 20lerinin başında kumral saçlı bir çocuktu. "Ben, nasıl böyle sorumsuzca davrandığımı bilmiyorum." Gülümsedi ama gülümsemesi şeytani ya da çocuksu değildi. Bomboştu.
"Sorun değil ama sen kötü görünüyorsun, hastaneye gitmek istemediğinden emin misin?" Hızlıca başımı salladım. Hastane olmazdı.
"Ben bir çaresini bulurum, teşekkür ederim." Ayaklarım birbirine çarpa çarpa ilerlemeye başladım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Lydia'nın Bahçesi
Ficção AdolescenteLydia'nın bahçesi yasaktı ve ben yasaklardan hiç hoşlanmazdım. Arkada sokağından ne kadar kötü olabileceğini düşünüyordum. Bu kadarını tahmin edemezdim.