Hani bazen kelimelerin tam anlamıyla tükendiği noktaya gelirsiniz eliniz ayağınız tutmaz ve sanki yer ayaklarınızın altından yavaşça kayıyormuş gibi boşluğa düşmüş gibi hissedersiniz ya işte tam şu an o olayı sonuna kadar yaşıyordum. Dünya durdu o an elim ayağım titremeye başladı ve telefon elimden düştü. Telefondaki kadın kendisi benim annemdi değil mi ? Biliyor musunuz şu an annem dışındaki herkes gibi geliyor bana ve hala düşürdüğüm telefonda konuşmaya devam ediyor. Ne ara Toprak yanıma geldi ne ara oturdum ve ne ara ağlamaya başladım hiçbir şey hatırlamıyorum. Kulaklarımda tek cümle yankılanıyordu "Derin kızım beni iyi dinle yarın itibariyle İstanbul' a taşınıyoruz ve sen kamptan dönüşte direk oraya yeni evimize geliceksin baban ve ben seni bekliyor olucaz." Bir dakika bir dakika baban ve ben seni bekliyor olucaz mı dedi o ? İyi de benim babam yıllar önce öldü ki. Tek diyebileceğim bir şey vardı "Lütfen, lütfen üvey babam olmasın."
Bizimkilerin seslenişleriyle yavaş yavaş kendime geldim. O kadar çok insan toplanmıştı ki başıma görünce çok şaşırmıştım ama hiçbir tepki veremiyordum. Hatta kafamı kaldırıp baktığımda aklımı başımdan alan yeşil gözler bile bana bu sefer hiçbir şey hissettirmemişti. O kadar garip bakıyordu ki gözlerimin içine sanki yanımda olduğunu hissettirmeye çalışıyordu. Kafamı diğer tarafa çevirdiğimde Arasla karşılaştım. Yanıma gelip kaslı kollarıyla küçük bedenimi hapsetti ve sarıldı. İlk üç saniye algılayamamış olsam da sonra ben de onun iri bedenine sarılarak karşılık verdim. Kendimi daha fazla tutmadan hıçkırıklarımı serbest bıraktım ve kesik kesik nefeslerle "Annem.....taşınıyormuşuz........baba dedi oraya dedi....ben sizi bırakamam İstanbul'a gide...." sözlerim yarım kalmıştı Defne de koşarak Arasla benim sarılmamın üstünden kollarını bize dolamıştı. Hepsi üzülmüştü farketmiştim ama güçlü kalmaya çalışıyorlardı. Topluluk yavaş yavaş dağılmaya başladığında bizimkiler ve karşı okulun yeşil göz tayfası yanımdalardı. Bakışlarıyla beni etkileyen yeşil gözlü prensin adının Demir olduğunu öğrendim Demir Aksoy. Toprak ve Aras la baya bi anlaşmaya başladığında ve birbirlerini tanımaya çalıştıklarında ben de bu sayede Demir' i tanıyordum. Tam bir klasik araba düşkünüymüş dışarıdan sert yapılı görünsede aslında öyle değilmiş saygın ve zengin olan bi ailenin çocuğuymuş kendine ait barı ve evi varmış. Her gün farklı kızlarla takıldığı görülürmüş bu detay beni fazlasıyla üzmüştü ve son olarakta İstanbul da yaşadığını öğrenmiştim. İstanbul kelimesini söylerken gözlerimin içine bakmıştı. Göz yaşlarım gözlerimi işgal etmeye çalışsalarda buna fırsat vermeden oturduğum yerden hızlıca kalkarak ormana doğru yürümeye başladım. Kendimi rahata hissedeceğim bir ağacın altına uzanıp gökyüzünü izlemeye başladım. Gözlerimi kapatıp anın tadını çıkarmaya çalıştım ki o ara yanıma biri uzandı. Elini ıslanmış yanağıma sürerek akan gözyaşımı sildi. Sahi ne ara akmıştı o gözyaşı ? Kafamı çevirip gözlerinin içine baktım. Yeşilin en güzel tonu beni en derinine çekmeye çalışıyordu sanki. Utandığımı hissederek tekrar gökyüzüne çevirdim kafamı o ara bana huzur veren gür erkeksi sesiyle
"Ne kadar çok yıldız var değil mi ?" Diye bir soruda bulundu. Çok şaşırmıştım bu bizim ilk konuşmamızdı. Ne diyeceğimi bilemediğim için ve onunda gözleri benim üzerimde dolaştığı için ağır bir şekilde kafamı salladım. "Sana bakınca ne görüyorum biliyor musun Derin kaybolmuş kendi yıldızını bulmaya ve onu sahiplenmeye çalışan küçük bir kız çocuğu." dedi bu sefer. Kalbim yerinden çıkacakmış gibi atıyordu bu normal miydi? Gözlerimi ona çevirip baktığımda yeşilleriyle buluştu mavilerim ve o an belkide hayatımın en güzel gecesini yaratacak cümleyi söyledi "Aynı zamanda Gezegenin en güzel ve en parlak yıldızını"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Galaksinin Parlak Yıldızı
Teen Fiction"Ve aynı zamanda Gezegenin en güzel ve en parlak yıldızını"