4

9 2 0
                                    

Kirpiklerini titretti. Yarım açık olan kızıl saçları, bukle bukle sırtına dökülüyordu. Terden ensesine yapışmış bir tutam saçı kurtardı ve geriye doğru attı. Yorulmuştu. Fakat aynı zamanda hiç olmadığı kadar güçlü hissediyordu. Durdu. Kalabalıkta gözlerini gezdirdi. Herkes ayaktaydı, herkes dans ediyordu. Herkes; ona aitti. Emy, durmadan dans eden David'e hastalıklıymış gibi bakıyordu. Muhtemelen artık oturmak istiyordu fakat çocuğun bunda gönlü yoktu. Seraf sırıttı, bir bakımdan çocuk gerçekten de hastalıklıydı. Bir bakımdan, buradaki herkes öyleydi.

Seraf'ın yaptıkları Emy'yi etkilemezdi. Fakat kız hiçbir zaman büyük resme bakmıyor, yanlızca birlikte olduğu insanların tuhaf davranışlarını garipsiyordu. Seraf gözlerini devirdi. Emy onun için bir sorun teşkil etmemekle beraber, hiçbir şey ifade etmiyordu. Seraf'ın yaptığı bu ufak göz haraketi bile insanların durdukları yönün tam tersine haraket etmesine vesile olmuştu. Bazen ne kadar güçlü olduğunu kendisi bile unutuyordu.

Yüzlerinde anlamsız bir tebessümle dans eden bir çifte verdi dikkatini. İçinden iki kelime geçti Gabriella? Adam? Bağlantı kurulmuştu. Seraf dudağının sol tarafını hafifçe yukarı kıvırdı, Gabriella ani bir haraketle Adam'ın elinden kurtardı elini, ve kendi etrafında keskin bir dönüş yaparak bedenlerini tekrar birleştirdi.

Seraf gözlerini ovuşturdu. Bu küçük detayları planlamak, planladığı şeyleri yürürlüğe sokmak, onun için bile zordu. Fakat o an gücünün ne seviyede olduğunu anlaması için gerekliydi. Gözlerindeki rimel bozulmuştu. Bu bile onu kötü veya çirkin göstermiyordu. İç geçirdi. Sıkılmıştı. Salonda kendisinin olmayan bir enerji hissetmiyordu, ve bu eğlencesinin bittiği anlamına gelirdi. Sert haraketler yapmamaya özen göstererek plantformdan indi. O istemediği sürece kimse dans etmeyi bırakmayacak, kimse eve gitmeyecekti. O istemediği sürece bu parti bitmeyecekti. 

Salondan çıkmadan arkasına bakma gereği hissetmedi. O hiçbir zaman arkasına bakma gereği hissetmezdi. Çünkü herşey onun kontolündeydi ve yanlış giden birşeyler asla olmazdı. Salondan çıkınca kaşlarını çattı. Ansızın salonda olması gerektiğinden az kişi olduğu fikrine kapıldı.

 Tamam, dedi kendi kendine. Her şey yolunda. Fazlasıyla güçlüsün. Ne diye oyalanıyorsun?
Oyalanmıyordu. O ne korkaktı ne de kararından dönecek biri, sadece bir saniyeliğine olmaması gereken birşey sezmişti. Bu gün yapacak daha iyi bir şeyi yoktu öyle değil mi? Bir saniyenin sonsuz güç arayışını dindirebileceğine inanmak aptalca olurdu, fakat en azından şu anki can sıkıntısını giderebilirdi.
Topuklu ayakkabılarının mermer zeminde oluşturduğu titreşimleri iliklerinde hissediyordu. Az az esen rüzgarın uğultusunu duyuyor, kendi etrafında dönen lambaların gıcırtısını algılıyordu. Yürürken anlık bir farkındalıkla durdu ve soluna doğru döndü.
Son iki saattir durmadan enerji kazandığı için vücudu daha fazlasına ihtiyaç duyuyor, bunun bitmesini asla istemiyordu. Seraf'ın gözlerinin önünde renk patlamaları oluyor, hissettiği enerjiyi kendi safına geçirmek için dayanılmaz bir istek duyuyordu. Dersliklerin ve lavaboların olduğu koridora doğru yalpalayarak ilerledi. Kendi kendine sakin ol, dedi. Heyecanlanma. Her zamazamankilerden.
Artık canı sıkılmıyordu.
Topuklu ayakkabılarını yerde sürüyerek tuvaletlerin kapısına yaklaştı. İnce bir ses kendi kendine mırıldanıyordu.

"Balık tuttuk yiyen ölür. 
Elimize değen ölür."
Seraf gözlerini karşısındaki duvara dikti. Onca isteğine rağmen bu sözlere anlam veremiyordu. Ne saçmalıyordu bu kız? Devamını duymak istiyordu.

"Bu gemi bir kara tabut, 
lumbarından giren ölür." Seraf kızın dizleri üstünde histerik bir şekilde sallandığını canlandırdı gözünde.

"Balık tuttuk yiyen ölür, 
birden değil, ağır ağır, 
etleri çürür, dağılır. 
Balık tuttuk yiyen ölür." Seraf içeri girmeye karar verdi. Durumun absürtlüğü, isteğinin önüne geçmişti.

"Elimize değen ölür. 
Tuzla, güneşle yıkanan 
bu vefalı, bu çalışkan 
elimize değen ölür." Kız büyük, buz mavisi gözlerini Seraf'a dikmişti. Elleri saçlarındaydı. Kendi saçlarını koparırcasına çekmesine rağmen canı yanmıyormuş gibi görünüyordu. Serafın oraya gelmesi, kendi saçlarını koparıyor olması, kirli sarı elbisesinin yerleri süpürmesi, ve belkide birazdan bunların hiçbirini hatırlayamayacak duruma gelip benliğini kaybedecek olması... Hiçbiri, hiçbiri onu durduramıyordu.   Mırıldanmaya devam etti.
"Birden değil, ağır ağır, 
etleri çürür, dağılır. 
Elimize değen ölür..."

"Bu gemi bir kara tabut, 
lumbarından giren ölür. 
Üstümüzden geçti bulut." Seraf artık müdahale etmesi gerektiğini hissediyordu. Orada dikilmesi ikisinin de pek işine yarayacak gibi görünmüyordu. Aralarındaki birkaç adımlık mesafeyi arşınlayarak kapattı.

"Boynuma sarılma gülüm,
Benden sana geçer ölüm" Kızın yanında diz çökmüştü. Bulundukları durumla kızın dudaklarından dökülen sözler ürkütücü derecede uyumluydu.

Bu gemi bir kara tabut. 
Bu deniz bir ölü deniz. 
İnsanlar ey, nerdesiniz? 
Nerdesiniz?

Yazarın dönen avizeler üzerine gizlice yazdığı notu;
Seraf'ı sevin.
Hileon1919

ASİT YAĞMURUHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin