Ender usulca bana yaklaştı ve sıkıca sarıldı. Şaşkın bir şekilde öylece kalakaldım. Görevi teslim ettikten sonra gittiğini sanmıştım fakat gitmemişti. Buradaydı ve şimdi bana sarılıyordu. Kollarını gevşetti ve gözlerime baktı."Ne oldu prenses? Kim ağlattı seni? Hira cevap versene güzelim! Sen... senin on yıldır bir kere bile ağladığını görmedim ben. Yapma ama böyle. Tamam geçti. "
Ender'in bana böyle şefkatle yaklaşması daha kötü olmama neden oluyordu. Sanırım on yıldır içime akıttığım tüm gözyaşım şu an dışıma vuruyordu. Ender'e sımsıkı sarıldım.
"Ender! Sen iyi ki varsın. Sen olmasan ben..." Kelimeleri hıçkırıklarımın arasından söylemeye çalışıyordum.
"Buradayım ve o cümleyi devam ettirmene gerek yok. Hem bu güzellik ne kızım? Ben sana seksi derdim. Bir de böyle görünce seksi yanında kifayetsiz kalıyor."
"Ender!" Her ne kadar kızgınmış gibi yapmaya çalışsam da gülümsememi saklayamadım. O da gözlerimin içine bakıp hüzünlü bir gülümseme bahsetmişti bana.
"Hadi, makyajını temizle de arkadaşlarının yanına git."
"Onlar benim arkadaşım değil. Onlar, o benim görevim."
"Tamam tamam. Sinirlenme Fıstık. Ya da sinirlen, daha seksi oluyorsun."
"Ender!" diye bağırırken aynı zamanda kafasına da elimi indirmeyi unutmadım.
"Of Hira! Sana da iltifat edilmiyor. Neyse biri girecek adım sapığa çıkacak. Hemen makyajını temizliyorsun ve içeri 'görevine' dönüyorsun." dedi itiraz kabul etmeyen bir sesle.
"Tamam. Hadi çık bay sapık."
Kaşlarını çattı fakat cevap vermedi. Çünkü eğer cevap verseydi bu konuşmanın sonunun gelmeyeceğini biliyordu. Aynaya baktığımda berbat halde olduğumu gördüm. Maskaram akmış ve gözyaşlarımın yolunu ortaya sermişti. Yanımda sadece ruj olduğu için de göz makyajımı tazeleyemedim.
Aynaya baktığımda hafif kızarmış gözler ve güçlü bir kadın görüyordum. Ağladığımı belli etmemeye çalışsam da göz makyajımın boşluğundan anlaşılacaktı. En azından güçlü duruşum ağızlarını açmalarını engellerdi. Umarım...
'Dik dur! Kafanı kaldır! Yürü! Umursamaz davran!'
Kendime emirler vererek bulundukları masaya yöneldim fakat gördüğüm manzara kaşlarımı çatmama neden olmuştu. Masada bir karmaşa vardı.
Yabancı bir adam onlarla konuşurken Derya'nın gözleri dehşetle açılmış o adamı dinliyordu.
Kahretsin! Neden ayrılırım ki masadan? Neden ağladım? Ya bir şey yaptıysa?
Düşüncelerim beynimin dört bir tarafını işgal ederken adımlarımı hızlandırıp masaya yaklaştım. Ulaşmama çok az kalmış ki Araf ile göz göze geldik. Adamın arkası bana dönük olduğu için beni göremiyordu.
Araf, dikkatle bakmayan birinin fark edemeyeceği bir şekilde kaşlarını kaldırıp kafasını sağa sola salladı. Bana mesaj veriyordu. 'Gelme!' demeye çalışıyordu. Araf Dinçer beni mi düşünüyordu? Korumasını korumaya çalışıyordu (!)
Her neyse durduğum yerden harekete geçip bara yöneldim bir kadeh alıp masaya doğru hızlandım. Araf kaşlarını çatmış ne yapacağıma bakıyordu.
Masaya geldiğimde: "Bar çok kalabalıktı. Neredeyse on dakikadır bekliyorum." dedim ve dengemi kaybetmiş gibi yaparak kadehi adamın üzerine boşalttım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÖREV
Fiction généraleAilesini küçük yaşta kaybeden Hira götürüldüğü yetiştirme yurdundan pek de insani olmayan sebeplerle alınmıştır. Hira'yı alan Birlik ona özel bir eğitim vererek kendi yararına çalıştırmaktadır. Vermiş oldukları görevler bir nevi casusluktur. Hira g...