Herkes, kaybeder. Savaşları, yarışları ve daha kulağa kazanılmış gibi gelen her şeyi kazansak bile daima insan kaybederiz. Bazıları bile isteye çekip gider, bazıları öyle zannetmemizi ister. Bazılarının hiç aklında bile yoktur gitmek. Ama zamanı gelir ve herkes bir gün birini kaybeder. Ne kadar mükemmel, herkesin sahip olamayacağı yeteneklere bile sahip olsanız bu kanunu asla değiştiremezsiniz. İnsan kaybeder. Ve aslında bu şekilde devamlı bir devinim içinde olan hayatının başlangıç noktasını ilan eder, insanoğlu birini kaybettiğinde doğar. Bu yüzdendir dünyaya kaybederek gelen çocuklar her zaman mücadele olarak algılar dünyayı ve yaşamayı. Onlar kaybetmeye hep alışkındırlar hatta öyle kutsal bir sezi vardır ki onlarda rüzgarın esişinden gidişleri hissederler.
Bende bu çocuklardan biriydim, doğduğumda bebektim... Garip bir tanım olarak gelebilir size, zaten herkes doğduğunda bebek değil midir? Açıkladım efendim açıkladım... Şimdileri çok daha başka hayatlar barındıran bir yetimhanenin soğuk koridorlarında geçti çocukluğum, yani en azından bir kısmı. Çünkü yaşamaya uyum sağlamayan bedenim çok küçük yaşta pes etmeye kalkmıştı ancak hayat kolumdan tutup çevirmiş sanki "dur daha ne kaybettin ki?" dercesine beni kendine bağlamıştı. Daha çok kez çemberimin dönüm noktaları belirlenecekti. Ben bunu anladığımda, daha doğrusu anlamak zorunda bırakıldığımda hayatımın en güzel zamanlarından cehennemin derinliklerine çekilmenin hissini yaşadım. O günün geleceğini asla bilemeden adım adım o güne ilerledim... Eğer böyle bir günün geleceğini bilseydim bile asla tahmin edemezdim bu kadar erken geleceğini... O gün gelmeden bir süre önce değişmeye başladı hayatım, sıradan bir gündü benim için.
Küçük sınıfımın beyaz sıraları ve krem rengi perdeleri vardı, bu içeriyi oldukça ferah gösteriyordu. Camdan sızan güneşe sırtımı çevirirken ön sırada oturan sarışın kızın bana doğru döndüğünü hissettim, yüzü çok sert hatlara sahipti ama bu onu oldukça çekici yapıyordu. Asıl korkunç olan da onun bunun farkında olmasıydı. Erkeklerin şiir yazmayı pek sevdiği gözleri beni süzerken hemen yanındaki kızın da bana baktığını fark ettim. İkili arasındaki konuşma duymamı istedikleri tondaydı.
"Derste hoca bana bakıp bir şeyler not aldı. Bir şey de yapmadım ki."
"Çok konuşuyorsun. Eda gibi olsana o teneffüslerde bile konuşmaz!"
Konuşanlara doğru attığım bakışta gözlerim ikincinin dudağındaki oldukça dikkat çeken ve zaten bu yüzden sürdüğü ruja takıldı. Gözlerim daha fazla acı çekmemek için kendini zemine çevirdi. Beni süzdüklerini tam bu sırada hissederken gerginliğin vermiş olduğu refleksle ince parmaklarımı saçlarımın arasına götürdüm ve derin bir nefes aldım. Bu süzülmemin bitecek gibi görünmediğini, kışkırmamı beklediklerini fark etmem de birkaç dakikamı aldı. Onlara istediklerini vermenin aksine sınıftan çıkmak üzere yerimden kalktım ve sınıfın kapısına doğru sakince süzülür gibi yürüdüm. Ancak beklemediğim bir şekilde bir engelle, mor rujlu kızın kolumu tutması ile karşı karşıya kaldım. Kışkırmamak için kolumdan tuttuğunda derin bir nefes alıp gülümserken başımı ona çevirdim.
"Kolumu bırakır mısın ?"
Sorun yokmuş gibi duran sesim biraz da cılızdı ve bana kalırsa tüm gücünü saklıyordu. Güzel yüzü ve çekiciliğinden bahsettiğim sarı saçlı kızla yanındakiler bana bakarak gülüştüler. Onları neyin bu kadar eğlendirdiğini merak ederken aklımdan küçük bir zevk duymak adına sorduğumu ve bana verdikleri cevaba bile bakmadan yumruğumu suratlarına geçirdiğimi hayal ettim. Tabii bu sırada hepsi bana alaycı bakışlar atıyordu. Duyduğum bütün zevke rağmen hayali bir kenara bırakıp oldukça pozitif tutmaya çalıştığım ses tonum ile 'sihirli sözcüğü' söyledim, hani şu insanların kullanınca karşı tarafı etkilediği (!).
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İŞLEMCİ
Научная фантастика"Ah! Hergün hayatlarını kurtardığım, dünya denilen kitlenin kahramanıyım .Bir okulun ezik öğrencisi olsam ne kaybederim? ••• Bir tarafta okulun ezik öğrencisi , Diğer tarafta dünyanın kahramanı, Pekii ben hangisiyim ? İkisi de benim. Ben hem Eda he...