Okulum şehrin biraz dışında olduğu için kafamı dinleyebileceğim yerler var.
Mesela her sabah geçtiğimiz iki yanında çam ağaçları olan patika yol.Buradan geçmeyi o kadar seviyorum ki.
Şehrin tüm bu kargaşasına karşın o kadar huzurlu ki.
Bana iyi gelen nadir yerlerden.Okulda boş olduğum çoğu zaman buraya gelmeye çalışıyorum.Kitap okurken en çok dinlemeye sevdiğim şarkı kuşların cıvıltısıdır.
Düşüncelerimi burada sonlandırmak zorundayım çünkü okula geldik.
Buraya her geldiğimde karışık duygular hissediyorum.Okula yeni başlayan alfabeyle,sayılarla yeni tanışan teneffüsü bayram edasıyla karşılayan o küçücük çocukların heyecanı beni çok mutlu ediyordu.
Ya da girişteki çiçeklikteki kırmızı güller.Burayı seviyorum çünkü hala içinde masumiyet barındıran insanların olduğunu bilmek bana iyi geliyor.
Öğretmenlerim,arkadaşlarım benimle konuşuyor ama içimdeki bir his konuşmamı istemiyor,engelliyor.Galiba bu hissin sebebi kaza sonucu kolumu kaybetmem.O zamanı hatırlamaktan pek hoşlanmıyorum.
Ama kaza benden tek kolumu değil benim hayatta sahip olduğum en değerli şeyi de alıp götürdü.
Bu düşüncelerle dalgın dalgın merdivenlerden çıkarken köşede oturan çocuk gözüme çarptı.Yeniydi galiba daha önce hiç görmemiştim okulda.
Tupturuncu saçları vardı.Böyle portakal turuncusu,sanki bir ressamın tablosunda yanlışlıkla elde ettiği renk kadar garip ve nadir bir tondu.Yuvarlak gözlükleri vardı.Durmadan burnundan kayıp duran bir gözlük.Her seferinde düzeltmesi ona düşünceli ve çekingen bir tavır sergilemesine neden oluyordu.Kıpkırmızı yanakları vardı.Sanki soğuk havada kalırsın da kızarır ya onun gibi masum gözükmesini sağlıyordu.Bir de çilleri vardı.Yanağının yan taraflrında belli belirsiz noktalar halinde.Ama benim en çok dikkatimi çeken o içten gülüşü olmuştu.Garip bir çocuğa benziyordu.
Sanki bu dünyaya ait değilmiş gibi.
Düşlerimdeki dünyadan çıkıp gelmiş gibi.
Şehirli çocuklara benzemiyordu.Nerede o her istediğini yaptıran şımarık şehirli çocuklar nerede bu samimi,mutlu, çekingen,utangaç,içten gülüşlü çocuk.
O kadar farklıydı ki herkesten, benden.Onu tanımak için çok hevesliydim.Hatta bir ara yanına gidip tanışma isteği doğdu içime ama adımlarım bunun tam tersini ona doğru girmektense sınıfa doğru yöneldiler.
Yani yine aynı şey olmuştu.Yine içimdeki sesler,kendi sesimi duymama engel olmuştu.Ama ne gariptir ki hayat bugün bana küçük oyunlar da oynamaya başlamıştı.
Sanki artık kontrolü eline almış da ben neyi yapmak isteyip de yapamadıysam bunları telafi etmek için bana ikinci bir şans vermeye başlamıştı.
Böyle düşünüyordum çünkü daha önce hiç böyle bir şey yaşamamıştım.O tanışmayı çok isteyip de tanışamadığım o turuncu kafalı,mutlu,garip çocuk vardı ya işte ben tam onunla bir daha hiç karşılaşamayacağımızı düşünüp sırama oturmuşken birden yavaşça sınıfın kapısı aralandı.
Ve sanki ondan önce onun etrafa saçtığı mutluluk sınıfa girdi.Sonra da o tupturuncu saçları.Kalbimin hızla çarpmaya başladığını hissettim sanki terlemeye başlamıştım.
Neydi beni bu kadar heyecanlandıran neydi bir anda beni olduğum yerden alıp başka diyarlara götüren bilmiyordum.Açıklayamıyordum.
Okuduğum bir kitapta İbranicede 'rastlantı' diye bir kelimenin olmadığından bahsediyordu.Eğer bu kelimeyi kullanmak isterlerse Arapça bir karşılığı olan başka bir kelime kullanıyorlarmış.Bunun sebebi eğer sen bir olayı yaşıyorsan bunun anlamı olduğuymuş.Çok ilginç değil mi?
Hayatımda ilk kez böyle bir olay yaşıyorum.O tanışmayı çok merak ettiğim ama tanışmaya cesaret edemediğim çocuk birden bizim sınıfa geliyor.Ben bu düşüncelere dalmışken aniden öğretmenimizin sesiyle irkildim.
Bize onu tanıtıyordu.Adı İbrahim'miş.İlk duyduğumda adının ona ne kadar çok yakıştığını düşündüm.O kırmızı,çilli, tombik yanaklarıyla daima etrafa mutluluk saçan gülüşüyle,o umut dolu yıldızlar kadar parlak mavi gözleriyle ne kadar da uyumluydu.Sonra bir de Karadeniz'in bir köyünden geldiğini öğrendim.İşte o zaman ondaki gördüğüm bu farklılığın sebebini anlamıştım.Onun ruhu özgürdü.Bizimki gibi şehir tarafından yakalanıp kafese tıkılmış ne söylemesi ne de yapması gerektiği öğretilmiş bir muhabbet kuşu değildi.O daldan dala konan doğanın tüm güzelliklerini içinde bulunduran mutluyken güzel şarkılar şakıyan,üzgünken söylediği şarkılarla insanın yüreğini dağlayan bir bülbüldü.
O özgür doğmuştu.Ve şimdi her şeyin bir kuralının olduğu,yapmacık insanların olduğu bu şehre düşmüştü.
Bir an üzüldüm onun buraya bu kafese düşmesine.Ama bir yandan da onunla tanıştığıma sevindim.Bu duyguları bana tattırdığı için minnettarım,belki ileride ona bu duyguları anlatıp ondan huzurun ve mutluluğun şarkısını dinleyebilirim.
Belki bana özgür ruhlu olmayı öğretir.Ama bunun için onun bu ruhunu kaybetmemesi lazım.
İnsandan her şeyini çalan şehrin,onun ruhunu çalmaması lazım.Bunu düşünmek onun da bir gün ruhunun çalınıp bu şehre tıkılı kalmasını düşünmek beni korkuttu
.....................................................................
Yorumlarınızı bildirip oy vermeyi unutmayınn...😘👊
.....................................................................
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Last Goodbye
RomanceGenç kız hissettiklerinin aşk olduğunu anlayacak mıydı? Kızın kalbindeki mührü iyileştirecek mi yoksa o mührü kopartıp kanatacak mı? Yoksa o duyguyu kendine haram mı etti? Hayallerini başa mı sarıyor yoksa hayal etmemesi mi gerekiyor???