BLU
1. BÖLÜM:
"BÜYÜNÜN KARASI ÖLÜ DİRİLTİR"...
Kara büyünün acımasızlığı bir rahibe bile ağır gelirken, bir kurbana neye mâl olurdu, düşünün. Ya da, okuyun.
Karanlık her zamankinden daha sinirli, daha canlıydı. Tek ışık kaynağı olan kana bulanmış elimdeki meşale ise, bir Asyalı cesedin sırıtan yüzüne dönüktü. Az önce sarf ettiği sözler beynimde tekrar tekrar yankılanırken yutkundum. "Adım Blu. Ama sen Zehir desen de olur."
İri beden üzerime hayatta olan bir insan gücüyle atladığında, daha ne kadar ayık olabilirim diye düşünüyordum. Kafamı yere çarpmanın nedeni, Blu denen cesedin üzerimde olmasıydı. Kollarımı iki yana koyup elleriyle bileklerime sahip çıkarak sabitledi. Yüzü yüzüme o kadar yakındı ki, ruhunu tüm canlılığıyla görüyordum. Ama şaşkınlığım, bayılmama engeldi. Gördüğüm ruh, ne siyahtı ne beyaz ne de gri.
Kırmızıydı. Kan kırmızısı.
Blu'nun ruhunun parlak kırmızısı gözlerimi yakarken ince dudakları iki yana kıvrıldı. İri cesedin bedeni benimkinin üzerindeyken zaten zor olan nefes alma eylemi, imkansızlaşıyordu. Bu kadar yakın olmak bana iyi gelmemişti, cesedin kötü kokusu burnuma doluyordu. Nefeslerimiz birbirine karışırken iki bileğimi de toprağa sabitlediğinden dolayı canımı acıtıyordu ama boynumun ağrısı daha çok ağır basıyordu.
Dudakları yanaklarımda gezinmeye başladığında korkuyla bağırdım. "Ne yapıyorsun? Seni ben hayata döndürdüm! Bana itaat etmen gerek!" Bağırarak söylediğim bu sözlere karşı dudakları boynuma doğru süzülmeye başladığında güldü, nefesi boynuma çarptı. Korkutucu sesini tekrardan işittim. "Yapabileceğin en kötü şeyi yaptın, Rahibin oğlu Do Kyungsoo. Seni bekliyordum. Kanını bekliyordum."
Korkuyla iri bedeni altında kıvrandım, bedeni bedenime çarparken güldü. Adımı nereden biliyor, hiçbir fikrim yoktu. Sonra ise bir sessizlik oldu, gözü eti koparılmış boynuma takılmış olacak ki, duraksamıştı. Onu kendine getirmek için altında kıvrandım. "Kanımı neden istiyorsun ki? Zaten hayata döndürdüm seni! Ne işine yarayacak?" diye yüzü oldukça yüzüme yakınken bağırdım. Gözlerini boynumdan çekti. Eski ukala ve korkutucu haline geri dönmüştü. Dudağının bir kenarı kıvrıldığında altında ağırlığından eziliyordum. "Kendim için istemiyorum ki."
Ne olduğunu anlayamadığım halde sol bileğimi tutmayı bırakıp beyaz kefeninin cebine attı elini. Elim boşta kalsa da, bu dev cesedi üzerimden atamayacağımı bildiğimden, zekice bir yöntem düşünmeye zorladım bedenimi. Blu, alacağını alıp elini cebinden çıkardığında, yüz hizama tuttu, parmaklarının arasındaki cismi. Görmek için gözlerimi kısmam gerekti çünkü bu kadar yakındayken elinde tuttuğu şeye bakmak gözlerimi ağrıtıyordu. Dikkatimi ona verdiğimde, elinde tuttuğu şeyin üzerinde "B" yazan bir bileklik olduğunu gördüm. Karanlıkla ne renk olduğunu seçemiyordum ama açık renkli olduğu belliydi, üzerindeki "B" yazısı da fosforluydu. Anlamaz bakışlarla Blu'ya baktığımda hala o bilekliği havada tutuyordu. Gözlerimin içini gözleriyle istila ederek konuştu. "Onun için."
O bunları söylerken, aklıma kitapta yazan yazılar geldi. İki ruh peşimden gelirken "toprağa kanı sürt ve tekrarla" şeklinde okuduğum cümleden hemen sonraki kelime. Faceis. Toprak anlamına gelmiyordu. Yüz anlamına geliyordu. Kalbim bu yeni farkına vardığım şey sayesinde heyecanla dolarken ağzımdan soluduğum nefes bana doğru sırıtan çocuğun alnına düşen kirli saçlarını oynatıyordu hafiften. Ve sonra, altında kıvrandığım iri cesedin sırıtan yüzüne, ben de sırıtarak karşılık verdim. Blu, ne olduğunu anlamamış olacak ki, yüzündeki gülüşü sildi ve bana tereddütle bakmaya başladı. Beni tutmadığı için boşta duran sol elimi boynuma götürdüm ve bugün ikinci kez kanımı elime sürttüm. Bu acıma tuz basmış gibi hissettirdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BLU // ChanSoo
FanfictionGece karanlıktı. Ama karanlık ilk defa bu kadar güvende hissettiriyordu yara bere içindeki bedenimi ve hapis kalmaktan bıkmış ruhumu. Gece karanlıktı. Gözlerini kapatsan daha karanlık ama. Blu'nun kucağında kapattıysan en karanlık. Gece karanlıktı...