BLU
4. BÖLÜM:
"KİLİSE DUVARLARI PASLI, RUHLARI UYANIK."Bölüm şarkısı: Chase Holfelder- Every Breath You Take [multimedya]
...
Orta Çağ simyacılarının üç hedefi vardı, ama bunların hiçbirini başaramadılar. Kendileri gibi, bu amaçlar da bir bir toprağa gömüldü, yakıldı, hor görüldü, küçümsendi ve alay konusu oldu. Ama perde arkasını bilen kimse yoktu, karanlık bataklıkta hayatlarını sürdürmeye çalışan büyücüler dışında.Babamı bu kasabadakiler, en büyük din adamı, Tanrı’sına sadık düzgün bir adam olarak bilirlerdi. Ama Karanlık Taraf’ta olan kimse, sanıldığı kadar sadık değildi. Ne babam, ne ben, ne de bir başkası. Günahkâr olduğumu bilmem bile bana yetiyordu aslında, bazı şeyleri kabullenmek hayata devam etmek için bir yardımcı niteliğindeydi. Peki ya, kabullenmekten çok güvenmeye dayalı bir sıkıntım vardıysa?
Rahip Do’nun yalanlarına doğduğumdan beri alışık olduğum gerçeği, beni boş bir çukura çekiyormuş gibi hissettirirdi her an.Ne zaman ağzını açsa, ne zaman dudaklarından bana yönelik sözler dökülse; gerilirdim, güvensiz hissederdim ve asla ona canımı verecek kadar güven vermezdim. Bu, her zaman böyleydi. Peki ya şimdi? Neden mi Blu hakkında anlattığı şeylere inanmıştım? Çünkü, onu ilk defa bu kadar ciddi, bu kadar yardıma muhtaç görmüştüm. Sanki, Blu gerçekten de bu hayat için yaşasa da ruhunun varlığı dünyada dolaşsa da zararmış gibi olan tavrı, beni bir boşluğa sürüklemişti. Ve ben de, doğal olarak, babamın tarafına geçmiştim. Blu, 2 haftadır hayatımda olan bir cesetten fazla değildi.
Rahip Do, evimden yavaş adımlarla ayrılırken elimdeki kitaplar bedenimi gittikçe rahatsız etmeye başlamıştı. Ama içeriye girmek istemiyordum, Chanyeol’le baş başa kalmak, onunla yüzleşmek istemiyordum çünkü o, kırmızı ruhuyla bedenimin her bir uzvunda dolanıp bütün düşüncelerimi emerek anlayabilecek kapasitedeymiş gibi hissediyordum. Bakışları hep keskindi, sözleri hep katıydı, dokunuşları hep… nefes kesiciydi. Beni benden daha iyi tanıyormuş gibiydi.
Ve her zaman korkutucuydu.
Yavaş bir hareketle arkamı dönüp kapıyı araladığımda, kalbimin atışının hızlanması nefes alış verişimi de serileştirmişti. Park Chanyeol, minik evime sığamayacak kadar büyük kırmızı ruhunu taşıdığı iri bedeniyle birlikte yatağımızda oturuyordu. Sanki babamla konuştuğumuzdan beri orada gibiydi. Gözleri üzerimdeydi, gerilmemek elde değildi.
Yavaş adımlarla yatak odasının içerisinde masaya doğru yürürken bana olan keskin bakışları sürüyordu, birkaç kez göz göze gelsem de gözlerimi kaçırdım, bakışları delip geçiciydi. Elimdeki kitapları masaya koyduğumda kalın sesi kulaklarıma doldu. "Ne konuştunuz?"
Umursamaz görünmeye çalışarak üzerimdekileri bir bir çıkarmaya başladım, sırtımın ağrısı yüzümü ekşitmeme neden oldu. "Önemli bir şey değil." Blu, beni izlerken üzerimi değiştirmek ne kadar doğru bilmiyordum ama, yapıyordum işte. Üzerimdeki tek giysi, organımı kapatan iç çamaşırı olduğu sırada, o şekilde uzun ayaklarımla dolabıma yöneldim. Altıma kalın bir pijama, üstüme de kazak giydiğimde saçlarım alnıma döküldü, kesmem gerektiğini anlamıştım.
Yatağa boylu boyunca uzandığımda Chanyeol hala oturduğu yerden beni izliyordu. "Yalan söylemeyi kes. Benim hakkımda ne dedi?" Sesi zaten kalındı, bu şekilde kışkırtıcı konuştuğunda da gerçekten çok korkuyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BLU // ChanSoo
FanfictionGece karanlıktı. Ama karanlık ilk defa bu kadar güvende hissettiriyordu yara bere içindeki bedenimi ve hapis kalmaktan bıkmış ruhumu. Gece karanlıktı. Gözlerini kapatsan daha karanlık ama. Blu'nun kucağında kapattıysan en karanlık. Gece karanlıktı...