yutkunamıyorsun,
bir cümleye başlamamışsın, henüz hiçbişey anlatmamışsın. ama yine de yutkunamıyorsun.
hissetmiyorsun, kalbin ve duyguların birbirilerine rest çekmiş gibi.
heyecanlanmıyorsun,
gülümsemekte eskisi kadar kalıcı değil,
uçup gidiyor, sanki yüzünü yadırgıyor.
yüzüne giyindiğin maskeler de eskidi,
kendini ele veriyor, seni saklayamıyor.
şehrin parıltısı gözlerini kamaştıramıyor.
şatafat, sadece mideni bulandırıyor.
gözlerini kırpamıyorsun bile, kusursuz bir sarhoşsun yine.
sigaranı içip, gözlerini çeviriyorsun caddelere,
her sokakta bir anın var,
çoğunu yarım hatırlıyorsun,
geri kalanını zaten hatırlamak istemiyorsun,
sigarandan bir duman daha alıp,
gülümsüyosun insanların yüzündeki sahteliğin kusursuzluğuna..
sonra dokunuyorsun göz altlarındaki acı uykusuzluğuna,
duygusuzluğuna,
tanrı değinmek istemiyor dünyayla arandaki uyruksuzuğuna.
elindeki biradan bir yudum alıyorsun ve kesit olarak aklından geçiyor yaşadıkların,
nereye gitsen ardından geliyor.
iz bırakıyorsun.
insanlarla tanışmıyorsun, sanki bunu yaptığında büyük bir risk alıyorsun.
tanrıyla konuşuyorsun, tanrıyı sırdaşın belliyorsun bir zaman sonra, elinde düşmek üzere olan bira şişesini demir parmaklıklara vurarak yürürken,
küstahsın,
deli sanılıyorsun,
oysa basitliğe, ucuzluğa düşmansın,
geri kalıyorsun, zaman tünelinden düşmüş gibisin.
bir gece yarısı uyanıyorsun,
omuzlarında öyle büyük yükler var ki, kalkamıyorsun yatağının sınırlarından, hiç bir sabah,
gökyüzünden kopmuşsun.
dünyayı yutmuş bir okyanus gibisin,
içinde, kimsenin içinde olmadığına inandığın bir şeyler var,
onu kaybetme korkusunu hissetmemek için içiyorsun,
herşeyin yok olup gittiği hissini özgürlük olarak adlandırıyorsun,
sonra çocukluğunu düşünüyorsun, o günlerde özgürmüşüm diyorsun.
çünkü artık sadece sen öldüğünü biliyorsun,
bir zamanlar bir kurtarıcın varmış,
ve o intaharı seçmiş.
gitmiş,
Tanrı senin için sadece gökyüzünü icat etmiş.
ve yıldızlardan zihnine uzanan köprüler dikmiş.
iyilik meleklerin,
kötü biri olduğunu idrak etmiş. kenara çekilmiş.
artık iyiliği sadece sen yaratabilirsin,
bir türlü sonu gelmiyor caddelerin,
bira şişesi düşüyor elinden,
başın hiç olmadığı kadar dönüyor. bulanık görüyorsun.
dudaklarında bir parça,
"Lay me down, the lie will unfurl
lay me down to crawl. "düşüyor omuzların,
gülüyor korkuların, tanrının ayak işlerini yapmıyorsun artık,
sonra bir kadın görüyorsun, merdivenlerden inmeye başladığında,
başını kaldırıyor, saçlarını savuruyor,
ve sen sadece o kadına cehenneme kadar eşlik etmek istiyorsun.
kaderini, şeytanınkiyle bile değişmek istiyorsun.
sarhoşsun,
ve hala içmek istiyorsun.
uyanmamak için,
geriye dönmemek için,
konuşmuyorsun hiç, hiç kimse anlamayacağı için,
eminsin,
senden geriye kimsenin kalmayacağını bildiğin gibi
yeniksin, savaşacak bişey bulamadığın için.
ve en iyisi,
yalnızsın,
ruhundaki dikişler sımsıkı.
oturuyorsun hep aynı manzarada, aynı çimenlerin üzerine.
bu sefer tanrıya kaldırıyorsun,
sanki saçlarını okşuyor tanrı,
sanki seni anlıyor, kollarını açmış,
yıldızların arasından.
küstahlığını bile kenara bırakmış.
bu gece aklının odalarından birini aleve verdiğini bilmiyor,
kalbinin bütün bağlantılarını yaktığını bilmiyor,
Dünyasını kaale almadığını bilmiyor,
uzaklara dalıyorsun,
başın dönüyor ve bir anda gökyüzüne bakıyorsun.
yıldızlar,
şaşırıyorsun, çok fazlalar,
sana bakıyorlar, seni inceliyorlar.
gözlerini kısıyorsun,
yıldızlar
hayal kurmana ve rüya görmene yardım edecek.
onlara güveniyorsun.
yıldızlar,
seni kurtaracak bu kaostan,
ve yıldızlar..
ruhunu onlara adıyorsun.yıldızlar..
çünkü sadece onlara güveniyorsun.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Paranoid
PoetryCümlelerle kavga ediyorum, kelimeleri tavlamaya çalışan kırık akıllı şairane yanımdan kalkmış bulunmaktayım. Uykularımı, kabuslarıma kiralayan tecrübelerimle içiyoruz bir masada, ve bir masaldan atılan sahte figüranlığım tuttu, gel şöyle, Düştüğünde...