Çoğu insanın gerçekten de gerçek düşüncelerini belirtip belirtmediği yaşam alanlarında neden bürünmek zorunda oldukları rolleri bu kadar önemsediklerini düşünmeden edemiyorum. Ne kadar bağımsız bir role bürünmüş olursak olalım sanırım toplumsal düşünceler düşüncelerimize ve hareketlerimize ket vuruyor. Buna biz mi izin veriyoruz yoksa bir şekilde bu duruma fark ettirilmeden itiliyor muyuz bilmiyorum.
Bireysel olarak doğuyoruz ancak çoktan bir kalıba oturtulmuşuz gibi. Seçemediğimiz şeyler bizi hayatta bir yerde durmaya itiyor. İster istemez o pozisyonda kalıcı olmak için uğraş veriyoruz ancak yine de bir şeyler bize ait değil.
Belki de bu yüzden toplum içinde hiç de kendimizi olmadığımız bir karakter rolüne bürünürken buluyoruz. İçimizden geçeni söylemiyoruz. Kibar olmak zorundayız ve bir takım ahlaki ölçütleri göz önünde bulundurarak yaşamalıyız.
Bazı şeyler bir yere kadar kabul görüyor. Farkında bile olmadan kabul ediyorsun. Evden çıkıp merkeze inmek istediğinde sana biçilen yoldan gidiyorsun. Sorgusuz sualsiz. Binmen gereken otobüsün farkındasın. Sanki kurulu bir yaşamın ortasına atılmış bir insansın - ki şimdi bunu yazınca düşündüm de gerçekten de öyle - bir şekilde uyum sağlıyorsun.
Ancak insanı rahatsız eden şey, yüzeysel insanlarla muhatap olmak. Onlarla kibar olmaya çalışmak. Kat kat üstün olduğunuzu bildiğiniz (kibirlilik değil kesinlikle bu)ancak yine de onlarla muhatap olmak zorunda olmak.
Yaşadığınız toplumda çoğu insanın kişinin asıl karakterine değil de, onun temsil ettiği bedene ve tarza değer verdiğini fark edeceksiniz. Amaçsız güruhlar diyorum ben onlara. Kaliteli bir insanın toplum dışı itildiği bir ortam yarattıkları için, onlara çok da kızıyorum aslında. Zaman tersine çeviriyor bazı şeyleri. Değerli kişiliklerin önem verildiği bir zamandan, değersiz kişiliklerin önem kazandığı bir zamana adım atmışız gibi bir durum. Hoş değil. Memnunluk da vermiyor.
Eğer bir şekilde bu insanlardan farklı bir kategorideyseniz, onların içinde olmak sizi aşırı rahatsız ediyor. Onlarla aynı yaşam alanını paylaşmak, aynı otobüste yolculuk yapmak ve aynı stanttan ekmek arası sucuk almak bile sizi sinirlendiriyor. Bir çeşit tepki belki de ancak bütün bunları içinizde yaşıyor ve mümkün olduğunca kabuğunuza çekilmeye çalışıyorsunuz. Ancak diyorum ya, toplumun sizi ittiği bazı durumlar yüzünden bütün bunları paylaşmak zorundasınız. Aynı ortamı, aynı havayı ve bazen aynı diyaloğu.
Gerçekten hoş değil. Fakat şöyle bir şey de vardır ki: kesinlikle hoşgörüsüz değilsiniz. Bir şekilde uyum sağlamayı başarıyorsunuz ve bunu yaparken öyle iyi oluyorsunuz ki sanki onlardan biri gibisiniz.
Yaşamımızda böyle insanların olması belki de gereklidir.. belki de bizler için.. ama yine de insanı çok yorduğu gerçeği gözardı edilemez. Sanırım saygı bu işin özü. Bir insana, seçimlerine ve düşüncelerine saygı duymadıkça bütün bu paylaşımların bir anlamı olamaz. Veyahut temsil ettiği duruma, bedene, uğraş verdiği işe.. saygı duyulmaz ise 'insan' olarak temsil ettiğimiz kendimize ait 'yaşamın' kesinlikle bir önemi kalmaz.
İnsan olmak en başta önce kendine sonra da diğerlerine saygı duymakla başlıyor. Ve biraz da sevgi. Sevgi ve mantıklı bir saygı duyuyorsanız, çoktan bir adım öndesiniz demektir. Ve biraz da olsa toplumun sizi zorladığı birey olmaktan çıkıp, kendi özgür iradenizle davranmak istediğiniz gibi davranmaya çalışın. En fazla ne olabilir ki? Aşırı ahlak ölçütlerinin dışına çıkmadığınız sürece...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kalem İzi
RandomBazen sıcacık bir düşünce gelip çöreklenir insanın içine. Oturduğu yerde hayallere dalar. Neresinde, ne zaman, nasıl olduğunu düşünür. Hissettikleri dolup taşar ama dışarıya vuramaz. Çok dokunuyor bazen içini dökememek. Bir faniden medet ummak da ö...