Zaman, garipti. O anı yaşarken asırlar gibi gelen zaman dilimi, sadece birkaç dakikadan ibaret olabiliyor ya da geçmişe baktığında saniyelere sığabiliyordu. Bazense saniyeler gibi gelen zaman dilimi saatlere, günlere bedel oluyordu.
Omuzlarımdan düşmek üzere olan çantayı ufak bir omuz hareketiyle düzeltip okula doğru atılan adımlarımda olan gözlerimi kaldırmadan sallana sallana ilerlemeye devam ettim. Kulaklarıma dolan ritmi bildiğime emindim fakat beynim bunu algılamakta zorlanıyordu. Hiçbir şeye odaklanamıyordum. Aklımdan geçen her şey şekilden şekle, renkten renge giriyor, ucu Hyunjin'e çıkıyordu. Dalgınca ilerleyen adımlarım, okula girmek üzereyken omzuma sertçe dolanan kollarla dengesini kaybedip duraksarken bir elim dinlemediğim müziği kapatmak adına harekete geçmişti çoktan.
Kocaman gülümsemesiyle ve "Günaydın." şakımasıyla her sabahki halinden fazla enerjik görünen kuzenime kaşlarımı çatarak baktım.
"Hani okuldan nefret ediyordun sen? Sabah sabah bu ne enerji?" sorusuyla imkanı varmışçasına biraz daha büyüdü gülümsemesi.
"Bilirsin işte, birileriyle uğraşmak fazlasıyla hoşuma gidiyor."
"Özellikle de o birileri Song Yuqi ise." diye tamamladım sözlerini. Başını heyecanla onaylarcasına sallaması yüzümde ufak bir tebessüm oluşmasına sebep olurken adımlarımı sınıfa yönelttim.
"Sonuç olarak, sabahın bilmem kaçında kalkıp düzleştirdiği saçlarını karıştırdığım için uzun bir konuşma dinledim. Yetmedi, o sinirden köpürürken kahkaha attığım için azar işittim. Ben hala gülmeye devam edince de küfrederek beni kovaladı bahçede. Bir de koştuğu için terden yüzüne yapışan saçlarının suçlusu oldum."
Sıraya koyduğum çantamdan bir defter ve kalem çıkartırken Yukhei, Hyunjin'in masasına oturmuş, keyifle hareketlerimi izliyordu.
"Sinir etme kotanı aşmışsın şimdiden." Gülerek söylediğim sözler üzerine sinsi gülümseyişi eşliğinde kafasını yavaşça sağa sola salladı. İtiraf etmeliydim ki bu hareketi beni oldukça korkutuyordu.
"Daha sırasının altına koyduğum sülükler için delirecek." dediğinde kaşlarım istemsizce havalanmıştı. Tereddütle "Şey... Yuqi sülüklerden baya tiksiniyor da." sözlerini söylemesi ve yan sınıftan yükselerek kulağımıza dolan çığlık aynı anda gerçekleşen olaylardan sadece ikisiydi. Bir diğeri Yukhei'nin yüzündeki çığlık değil de huzurlu bir melodi dinlermişçesine oluşan gülümsemeydi.
"Wong Yukhei! Ölümün benim elimden olacak!" bağrışı Yukhei'yi korkutmak yerine kahkaha attırmıştı.
Bana göz kırparak masadan kalktı. Ceplerine yerleştirdiği elleri ve sallana sallana yürümesi oldukça keyifli olduğunun bir göstergesiydi. Sınıfın kapısından çıkarken"Ben de seni seviyorum Song Yuqi." bağırışı ise bir başka göstergeydi.
Sertçe kapanan kapı sesinin ardından Yuqi'nin tehdit dolu sesi bir kez daha doldu kulağıma. "O iğrenç şeyi sana yedirteceğim, Wong Yukhei! O iğrenç şeyler boğazından aşağı yol alırken yüzündeki her mimiği keyifle izleyeceğim."
Ben, tüylerimin diken diken olduğunu hissederken Yukhei, benim aksime, oldukça rahattı. Kapının pervazına yaslanarak söylediği "Hiç olmazsa isimlerini söyleyebildiğin zaman görüşürüz Song Yuqi." sözlerinin alaycı bir gülümseme ile dile geldiği su götürmez bir gerçekti.
Sonrası ise büyük bir kovalamacaydı. Görüş açımdan çoktan çıkmış olsalarda yere çarpan adım sesleri koridorda yankılanıyor, çarptıkları kişilerin arkalarından bağırışları havada uçuşuyordu.
Onların bu haline gülüp önüme döndüm. Defterimin sayfalarını teker teker çevirirken ilk sayfada dudaklarımdan kaçan kıkırtı, her sayfadaki sevimli yüz ile buruk bir gülümsemeye dönüştü. Kalbim özlemle sıkışırken derin bir nefes almaya çalıştım. Yokluğunun üzerinden iki hafta geçip gitmişti. Boş bir sayfada durup parmaklarım arasına kıstırdığım kalemi sayfada gezdirdim. Az kalmıştı gelmesine.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
muse ❧ renjun ✅
Fanfiction❛❛O... Hayallerimden daha güzeldi.❜❜ Tüm hakları saklıdır. Bu kitap kapağı Balaccie'nin Büyü Dükkanı'ndan satın alınmıştır.