ALTINCI BÖLÜM

1.6K 32 14
                                    

Ahmet eski dünyasını kuş bakışı seyrediyordu. Pişmanlık içini kemiren bir kurda dönüşmüştü. Keşkeler ruhunun arenasında cirit atıyordu. Meleklerin kanatlarında birinci gökte yükseliyordu. Yıldızlar, ay hepsi gerilerde kalıyordu. Daha önce uçakla yaptığı seyahatleri hatırlamıştı. Ama hiçbir zaman böyle bir yüksekliğe çıkmamıştı.
Artık Ahmet'in sesi soluğu çıkmıyordu. Bağıracak takati kalmamıştı. Belki de konuşacak, söz söyleyecek yüz bulamıyordu. İşte bu duygularla meleklerin kanadında birinci kat göğün sınırına varmışlardı. Melekler ikinci kat göğün bekçilerine seslendiler;
-Hey açın kapıyı biz geldik.
-Siz kimsiniz?
-Biz Ahmet TAVİL'in sorgu melekleriyiz.
-Tamam açıyoruz.
Kapı yavaşça açılmaya başladı. Ama görülmeye değer bir manzaraydı. Gök ikiye ayrılıyordu. Alt kattaki yıldızlar yerlerinde durmalarına rağmen yeni katın sınırı sürmeli kapı gibi açılıyordu. Ahmet şaşkın gözlerle olayı seyrediyordu.
-Nasıl YHS'nin ilk sorusunu cevaplandırabildi mi? Soruyu kapıda biraz asık suratla duran melek sormuştu. Bu melekler sorgu melekleri kadar mütebessim değildiler. Ahmet onlara bakınca ürktü. Şimdi biraz daha korkuyordu. Soruyu cevaplayamadığını öğrenince acaba ne yapacaklar diye sessiz bir korkuya büründü.
-Hayır cevap müspet değil. Dünyada eliyle yaptığı putları rableştirdi.
-O halde sonu hiçte hayır olmayacak desene! Yolunuzdan kalmayın. Daha sizi bekleyen işleriniz var. Bunu söylerken hafiften tebessüm ederek Ahmet'e baktı.
Melekler ikinci kat göğün kapısından geçtiler. Etrafta melekler gruplar halinde uçuyorlardı. Öyle büyük bir dünyaya adım atmışlardı ki, Ahmet yeni dünyanın ikinci katının büyüklüğünden, neredeyse olmayan dilini yutacak derecede şaşırdı.
Etrafı seyre koyuldu. Merakı korkusuna galip gelmişti. Saraylar, köşkler ışıl ışıl parıldayan yıldızlar, gruplar halinde melekler yeni dünyayı epey hareketli kılıyordu. Her bir sarayın büyüklüğü ise Ahmet'in tahminine göre (kuşbakışı seyrinden gözlemlediği kadar) orta ölçekli bir ilçe büyüklüğündeydi. Kimi saraylar yukarılara doğru çıktıkça daha da büyüyor ve manzarası güzelleşiyordu.
Ahmet merak ve heyecanla karışık bir duygu atmosferinde meleklere;
-Bu köşk ve saraylar kimlere ait, kimler yaşıyor buralarda?
Melekler Ahmet'e karşı hala mütebessim bakışlarını kaybetmemişlerdi. Onun sorusunu cevapsız bırakmadılar;
-Bu gördüğün saraylar cennetin en alt tabakasına girmeye hak kazananlar için yapılmıştır. Yukarıya doğru çıktıkça makamlarda değer kazanıyor. Şu gördüğün en alttaki ile şu yukarıdakinin değeri bile farklıdır. Ama hepsi cennette Allah'ın rahmetindedirler. Onlar için en güzeli ise Allah'ın rahmetini gözlerinde hissettikleri gündür.
-Allah'ın rahmetini nasıl hissediyorlar?
-Onu da ancak cenneti hak edenler yaşayabilir.
Ahmet kendinden geçmiş bir şekilde kendini cennette hayal ediyordu. Birden dalıp gitti. Ama meleklerin kanatlarında yükseldiğini hissettiğinde hayalinden uzaklaşmak zorunda kaldı.
-Hadi gidiyoruz!
-Nereye nereye!
-Layık olduğun yere gidiyoruz. Sabredersen öğrenirsin.
Bu sırada Ahmet sarayların yanından geçerken yaldızlı levhalarda yazılı isimler gördü. Işıl ışıl parlıyordu. Kimisi gümüş, kimisi, bronz, kimsi altınla kaplıydı. Ama hepsi bir gecenin karanlığında denize yansıyan yakamoz gibi ışıldıyordu. Sevinci, mutluluğu hatırlatıyordu. Ahmet merak ve korku dolu bir yürekle meleklere seslendi;
-Şeyyy...Şu köşklerin üstünde parıldayan isimler neyin nesi?
-Ha onlar mı! Onlar cennet sakinlerinin isimleri.
Ahmet gördüğü harika manzara ve daha en alt basamaktaki ödül karşısında hayranlığını gizleyemedi.
- Vay be! Ne harika şeyler!
Ahmet böylesine büyük güzelliklerden kendisinin mahrum olmasından dolayı büyük bir hüzün duydu. Bu pişmanlık ruh haliyle meleklerin kanatlarında yükselirken birden heyecanlandı. Çünkü parıldayan köşk ışıklarında tanıdık bir isme rastladı. Dikkatlice baktığında yanılmadığını anladı.hemen meleklere dönerek;
-Şey bir dakika şuraya bakabilir miyim? Sanki tanıdık bir isme rastladım.
Melekler gayet sakin bir ifadeyle;
-Tabi ki tanıdık birine rastlayacaksın. Çünkü burası dünyanın devamı. Burada bulunanlar hep dünyadan gelenler.
-Yok öyle değil, bu benim akrabam, anneannem. Şu Pembe YEŞİL yazan köşk var ya işte orası. Biraz bakabilir miyim?
Melekler Ahmet'in isteğine anlamlı bir karşılık verdiler. Köşkün biraz yakınına doğru ilerlediler. Ahmet bu sırada sarayın terasında uzun saçlarını rüzgara vermiş olan bir genç kızı gördü. Bu kız hiçte ninesine benzemiyordu.
-Bu isim anneannemin ama, kendisine benzemiyor. O öldüğü zaman yaşlı güzeli bir kadındı. Şimdi ise orada gencecik bir kız duruyor. Bu nasıl olur?
Melekler Ahmet'in şaşkınlığına tebessümle karşılık verdiler. Sonra gayet net şekilde açıklamasını yaptılar;
-İnsanlar cenneti hak ettikleri zaman dünyanın tüm zorlukları ve beden fonksiyonunu bitiren özellikleri kaybolacaktır. Geriye sürekli olara gençlik iksirini kullanan bir beden ve ruh kalacaktır. Bunun yanı sıra kadınlar ne yaşlı olursa olsun, ne kadar evli olursa olsun cennette bakire olarak yineden dizayn edileceklerdir. İşte senin anneannen de cennetlik kadınlardan. Aşağı derecede olmasına rağmen cenneti hak ettiği için geçliği ve bekareti daim olanlardan olacaktır. İşte cennetliklere vaad edilen güzelliklerden bir enstantanede budur. Seyre doyum olmaz. Ancak cenneti hak etmek gerek.
Bu sözlerden sonra Ahmet meleklerin kanatlarında yükselmeye devam ediyordu. Nihayet uzaktan büyük yanardağın volkan patlatmasını anımsatan bir kızıllık görülmeye ve uğultu duyulmaya başladı. Ahmet bu görüntü karşısında ürktü. İçinin yandığını hissetti. Volkanın lavları, korkunç bir ejderhanın ağzından fışkıran ateş topları gibiydi. Bu dehşet denizinin üzerine ise ince ve uzun bir köprü kurulmuştu. Kimileri sürünerek, kimileri, koşarak, kimileri uçarak geçiyordu. Kimileri ise şimşek hızıyla yol alıyorlardı. Çok işlek bir köprüydü. Bunun ne olduğunu merak etti.
-Şu şu uzakta görünen şey nedir?
-O mu? Kızıl alevlerin yayıldığı yer cehennem. Onun üzerinde kurulu olan ise sırat köprüsü. Herkes dünyadaki iyiliği oranında hız alarak geçiyor köprüyü. Ama ilk soruda takılanlar ise köprüye tutunma şansını da kaybediyor. Balıklama ateş denizinin içine dalıyor.
Ahmet'in tüm zerresi titriyordu. İlk soruda takılmanın depresyonu şimdi daha fazla kuşatmıştı. Ayakları birbirine çarpıyor, ruhu yeniden ölecekmiş gibi daralıyordu. Bu sırada tam o dehşet denizinin üstüne gelmişlerdi. Ahmet'in yüzünü akşam kızıllığı değilse de, alev kızıllığı sarmıştı. Birden kendisini yere doğru pike yaparken buldu. Melekler, kanatlarında taşıdıkları Ahmet'i bırakmışlardı. Çırpınmaya başladı. Duyulmayan haykırışları yüreğini yırtıyordu. Ama tek başınaydı. Hiç kimse, hiçbir şey yoktu yanı başında. Ne tanrısal niteliğe büründürülen para, servet,altın, mücevher ne, güzellikleriyle akılları darmadağın eden kadınlar, ne sevgileriyle yürekleri yakan çocuklar, ne de kişisel hırsla putlaştırılan kariyer, mevki, makam ve koltuklar hiçbiri yoktu. Şimdi ateş dehlizine doğru iniyordu. Ateşin gazabı yüzünü yalıyordu. Rüzgar tüm şiddetiyle ateş esiyordu. Ahmet ise panik içinde yukarıya doğru çıkmaya çalışıyordu. Ama bütün çabaları nafileydi. İşte ruhu tam sırat köprüsünün üstündeydi. Ateşin onu yutmasına ramak kalmıştı.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Jul 31, 2014 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

KABİRDE İLK GECEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin